Arkeoloji
Arkeoloji

insanların elinden çıkmış her türlü malzemeyi ve kalıntıyı araştıran bilim dalıdır. Yunanca archaios ve logia sözcüklerinden türetilen arkeoloji

zaten "geçmişin incelenmesi" anlamına gelir. Arkeoloji kendi içinde birçok farklı bilim dalını barındırmaktadır. Bunlar arasında tarihöncesi (prehistorya) arkeolojisi

klasik arkeoloji

protohistorya ve önasya arkeolojisi

mısır arkeolojisi

tevrat arkeolojisi

ortaçağ arkeolojisi sayılabilir. Arkeoloji

yazılı tarihten önce ve sonra yaşamış insanlara ilişkin bilgi edinme olanağı sağlaması açısından özellikle önemlidir. Bu bilim dalının uzmanları olan arkeologlar

alet

eşya ve yapı kalıntılarını inceleyerek

eski insanların nasıl yaşadıklarını anlayabilirler. Arkeologlar çalışmalarını çoğunlukla eskiden insanların yaşadığı varsayılan yerleşimleri gün yüzüne çıkararak yürütürler. Yıkılan bir kentin üstüne yenisi yapıldığından

eski kentler genellikle toprağın altında kalır ve üst üste kurulan yerleşmelerin mimari (özellikle kerpiç) yıkıntıları zamanla bir tepe oluşturur. Bu tür tepeler ülkemizde höyük

Yunanistan'da "Magula"

Yakındoğu'da "Tell"

İran'da "Teppe" olarak adlandırılır. Ülkemizdeki Alacahöyük ve Çatalhöyük gibi eski yerleşmeler birer höyüktür.Ancak her arkeolojik buluntu yeri bir höyük değildir. Mağaralar

düz yerleşme yerleri

antik kentler de arkeolojinin araştırma alanları arasında yer alır. Tarihöncesi arkeolojisi yazının ortaya çıkmasından önceki dönemleri inceler. Bu incelemede kazılar çok büyük bir dikkatle yürütülür. Tarihöncesi dönemden günümüze kalan çanak çömlek parçaları

taş aletler

mimari kalıntılar ya da organik kalıntılar çok önem taşımaktadır
Astronomi
Gökbilim veya Astronomi

gök cisimlerini onların kökenlerini

evrimlerini

fiziksel ve kimyasal özelliklerini açıklamaya çalışmak üzere gözlemleme bilimidir. Gökbiliminin sınırlı ve özel bir alan olan gök mekaniği ile karıştırılmaması gerekir. Gökbilim daha açık bir deyişle

yörüngesel cisimleri ve Dünya atmosferinin dışında gerçekleşen

yıldızlar

gezegenler

kuyrukluyıldızlar

kutup ışıkları

galaksiler (gökadalar) ve kozmik fon radyasyonu gibi gözlemlenebilir tüm olay ve olguları inceleyen bilim dalıdır. Evrende bulunan her çeşit maddenin dağılımını

hareketini

kimyasal bileşimini

evrimini

fiziksel özelliklerini ve birbirleriyle etkileşimlerini inceler.
Astronomi terimi eski Yunanca’daki astron ve nomos (άστρον et νόμος) sözcüklerinden türetilmiş olup

« yıldızların yasası » anlamına gelir. Asteroitlerin ve kuyruklu yıldızların keşfindeki katkıları gözönüne alınırsa

gökbilim amatörlerin de halen etkin bir rol oynayabildikleri nadir bilimlerden biridir.
Gökbiliminin tarihi
Gökbilim yeryüzündeki en eski bilimlerden biri olarak kabul edilir. Arkeolojik bulgular en eski çağlarda bile insanların gökbilim hakkında bilgileri olduğunu ortaya koymaktadır. Neolitik çağda bile insanlar ekinoksların periyodik karakterini

mevsimlerle ilişkisini ve bazı takımyıldızları bilmekteydiler. Modern gökbilim gelişimini

özellikle antik çağdaki ve onları izleyen matematikçilere ve Ortaçağ’ın sonunda keşfedilmiş gözlem aletlerine borçludur. Başlangıçta ayrılmaz bir ikili ya da paralel olarak ilerleyen Astroloji ve gökbilim zamanla yollarını birbirlerinden ayırmak zorunda kalmışlardır.
Antik Çağ’da gökbilim
Antik Çağ'da gökbiliminin gelişimindeki önemli hususlar olarak şunlar söylenebilir :
* Gökbilim önceleri yalnızca

çıplak gözle görülen gök cisimlerinin gözlemi ve hareketleri hakkındaki öngörmelerden oluşuyordu. Eski zamanlarda gözlemler çıplak gözle yapılıyorsa da o zamanlar günümüzdeki gibi sanayi ve ışık kirliğinin bulunmayışı eski insanlara büyük bir avantaj sağlıyordu. Bu yüzden antik çağda yapılan gözlemlerin günümüzde yapılması olanaksızdır.
* Eski insanların dairesel tarzda dikmiş oldukları 6.500 yıllık megalitlerin (Nabta Playa

Stonehenge) gökbilimsel gözlem amacıyla kullanıldıkları sanılmaktadır.
* Eski çağlarda gökbilimde ilerlemiş uygarlıklardan bazıları

Çin

Hint

Sümer

Kalde

Mısır

Toltek

Zapotek ve Maya uygarlıklarıdır.
* Rig-Veda’da Güneş’in hareketine bağlanan 27 takımyıldızdan ve 13 bölümlü zodyaktan söz edilir.
* Mayalar ise teleskopları olmadıkları halde Venüs’ün evrelerini ve tutulmalarını tam olarak saptayabilmişlerdi.
* Antik Yunanlar’ın gökbilime yaptıkları en önemli katkı yıldızları kadir derecelerine göre sınıflandırmaya çalışmış olmalarıdır.
Ortaçağ’da gökbilim
Ortaçağ’da gökbilim bilgilerinin İslam bilginlerince geliştirildiği ve bu bilgilerin sonradan Batı'ya aktarıldığı görülür. Gökbilimini geliştiren bu İslam bilginlerinden başlıcaları şöyle sıralanır :
* Al-Farghani (805–880)

Gök cisimlerinin hareketleri üzerine yazılar yazdı

ekliptiğin eğikliğini hesaplamasını sağladığı gözlemlerde bulundu.
* Al-Kindi (801–873)

filozof ve ansiklopedici bilgin

gökbilim üzerine 16 eser yazdı.
* Al-Battani (855–923)

gökbilimci ve matematikçi
* Al-Hasib Al Misri (850–930)

Mısırlı matematikçi
* Al-Razi (864–930)

İranlı bilgin
* Al-Farabi (872–950) büyük filozof ve bilgin.
* Al-Khujandi 10. yy.’ın sonunda Tahran yakınında bir gözlemevi inşa etti.
* Ömer Hayyam (1048–1131)

cetveller hazırladı

takvimi geliştirdi.
* Ibn al-Haytham (965–1039)

matematikçi ve fizikçi.
* Al-Biruni

(973–1048)

matematikçi

gökbilimci ve ansiklopedici.
* Al-Tusi (1201–1274)

filozof

matematikçi

gökbilimci ve ilahiyatçı; trigonometrinin kurucularından biri olarak kabul edilir.
* Al-Kashi (1380–1429)

(Özbekistan)
* Ali Kuşçu (1403 - 1474 ) Türk gökbilimci

matematikçi ve dilbilimci
Rönesans’ta gökbilimi
* Kopernik Güneş merkezli güneş sistemi modelini fikir olarak ortaya attı.
* Koperniğin fikri Galile ve Kepler tarafından savunuldu

geliştirildi ve düzeltildi.
* Kepler Güneş’in çevresindeki gezegenlerin hareketini belirleyen bir yasalar sistemi olduğunu düşünen ilk kişi oldu.
* Çekimi hareket yasalarıyla tanımlayan Newton oldu. Böylece gezegenlerin hareketine makul bir açıklama getiren ilk kişi de o oldu.Aynı zamanda yansıtıcı teleskobu icat etti.
Gökbiliminin tarihsel sürecinin son aşaması
Gökbilim 19. ve özellikle 20.yy.’da baş döndürücü bir hızla ilerlemiştir. Gökbiliminin son aşamasında keşif ve gelişmelerle ilgili olarak şunlar söylenebilir:
* Teleskopların geliştirilmiş olmasının yanısıra diğer bilim dallarındaki ilerlemelerin de gökbilimine yardımcı olmaları sayesinde evrenin gizleri bir bir açığa çıkmaktadır.
* Gökbilimindeki en önemli gelişmelerden biri tayfölçümü de denilen spektroskopinin (maddelerin ışıkla olan etkileşimlerini anlamaya çalışma

maddelerin soğurduğu ve yaydığı ışığı

yani elektromanyetik dalgaları saptayarak maddenin yapısı hakkında sonuçlara varma tekniği) yani yıldız ışığının elektromanyetik spektral analizine başlanmış olmasıdır.
* Diğer yıldızların ışıklarının analizi bu yıldızların ışığının temelde Güneş’imizin ışığından farksız olduğunu

fakat yıldızlar arasında ısı

kütle ve boyut bakımından son derece büyük farklılıklar bulunduğunu göstermiştir.
Evrenin genişlemesi

galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.
Evrenin genişlemesi

galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.
* 20. yy.’ın başında diğer galaksilerden ayrı bir birim olarak galaksimizin varlığı kanıtlanabilmiştir.
* Ardından Hubble yasası ile evrenin bir genişleme içinde olduğu saptanmıştır; galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.
* Kozmolojik termik ışıma (fosil ışıması) ve kimyasal elementler ve izotoplarının maddeden ayrılmasını açıklayan farklı nükleosentez teorileriyle büyük ölçüde gökbilim ve fiziğe dayalı olan Big-Bang teorisi yoluyla Kozmoloji özellikle 20.yy.’da büyük gelişmeler göstermiştir.
* 20.yy.’ın bu alandaki son gelişmeleri olarak

radyoteleskopların

radyoastronominin

modern bildirişim araçlarının ortaya çıkması sayılabilir. Bunlar sayesinde

elektromanyetik dalgalarla uzayı aşan atomların ve farklı izotopların yayınlarının spektroskopik analizi yapılabilmiş ve böylece uzak gök cisimleri üzerinde yeni deney türleri olanaklı hale gelmiştir.
Gökbiliminin dalları
alanları
konuları
Antikçağdaki başlangıç döneminde gökbilim yalnızca astrometriden ibaretti

yani yıldız ve gezegenlerin gökyüzündeki konumlarının ölçümünden ibaretti. Daha sonra Kepler ve Newton’un çalışmaları gök cisimlerinin çekim etkisi altındaki hareketlerinin matematik yoluyla öngörülmesini sağlayan gök mekaniğini doğurdu. Bu iki alandaki (astrometri ve gök mekaniği) çalışmaların çoğu

önceleri

elle yapılan işlemlerden oluşuyordu. Günümüzde ise bu çalışmalar bilgisayarlar ve fotoğraf aygıtları ile yapılabilmektedir ki

bu da gök cisimlerinin konum ve hareketlerinin çok büyük bir hızla saptanabilmesini sağlamaktadır. Bu yüzden modern gökbilim daha ziyade gök cisimlerinin fiziksel doğasını gözlemlemleye ve anlamaya yönelmiştir.
20.yy.’dan itibaren profesyonel gökbilim iki alana ayrılma eğilimi göstermiştir : Gözlem astronomisi ve teorik astrofizik. Gökbilimcilerin çoğunun her iki alanda da çalışıyor olmasıyla birlikte

profesyonel gökbilimciler giderek bu iki alandan birinde uzmanlaşma eğilimi göstermektedirler. Gözlem gökbilimi esas olarak verilerin elde edilmesiyle ilgilenir. Teorik astrofizik ise esas olarak gözlemlenen fenomenleri anlamaya ve öngörülerde bulunmaya çalışır. Teorik astrofizik gözlem gökbilimine bir tamamlayıcı etken olarak gökbilimsel oluşumları açıklamaya çalışır da denilebilir.
Gökbiliminin bir dalı olan astrofizik yıldızların gözlemiyle sınıflandırılan fiziksel fenomenleri tanımlar

belirler. Günümüzde gökbilimciler hepsi de belirli bir astrofizik bilgisine sahiptirler ve gözlemleri de hemen hemen her zaman

yine

astrofizik bie bağlamda incelenir. Bununla birlikte

kendilerini yalnızca astrofiziği incelemeye vermiş araştırmacılar da yok değildir. Astrofizikçilerin çalışması gökbilimsel gözlem verilerini analiz etmek ve onları fiziksel olgulara indirgemektir.
Astrofiziğin bir dalı olan Kozmoloji evreni fiziksel bir sistem olarak inceler; yani evrenin doğuşu ve büyümesi

evrimi

gökcisimlerinin fiziksel ve kimyasal özellikleri ve konumlarının hesaplanması ile ilişkilidir. Gökbilim gözlemleri salt gökbilim ile ilişkili değildir

aynı zamanda genel görelilik kuramı gibi fizikte çok önemli bir yeri olan teorilerin ispatı için de bilgi sağlar.
Kullanılan inceleme yöntemi

amaç ve konuya göre birbiriyle iç içe olan

genel gökbilim

astrofizik ve uzay bilimleri gibi birçok dala ayrılır. Gökbilimde inceleme alanları aynı zamanda şu iki kategoride ele alınır:
* Konuya göre gökbilim. Genellikle uzayın bölgelerine göre (örneğin galaktik gökbilim) ve ilgili meselenin tiplerine göre dallara ayrılır (yıldızların oluşumu

kozmoloji).
* Gözlem tarzına göre gökbilim. Saptanan partiküllerin tipine (ışık

nötrino) veya dalga genişliğine (radyo dalgaları

gözle görünen ışık

kızılötesi ışınlar) göre dallara ayrılır.
Biyoloji
Biyoloji veya Canlı bilimi

canlıları inceleyen bir bilim dalıdır. Biyologlar

tüm canlıları - tüm gezegeni kaplayan küresel boyuttan

hücre ve molekülleri kapsayan mikroskobik boyuta kadar - onları etkileyen önemli dinamik olaylarla birlikte incelerler.Birçok süreci bünyesinde barındıran hayati süreçlerden bazıları; enerji ve maddenin işlenmesi

vücudu oluşturan maddelerin sentezlenmesi

yaraların iyileşmesi ve tüm organizmanın çoğalmasıdır.
Hayatın gizemleri

tarihteki tüm insanları etkilediğinden; insanın fiziksel yapısı

bitkiler ve hayvanlar hakkındaki araştırmalar tüm toplumların tarihlerinde yer bulur. Bu kadar ilginin bir kısmı

insanların hayata hükmetme ve doğal kaynakları kullanma isteğinden gelmektedir. Soruların peşinden koşmak

insanlara

organizmaların yapıları hakkında bilgi kazandırdı ve de yaşam standartları

zamanla yükseldi. İlginin bir diğer kısmı ise

doğayı kontrol etme isteğinden çok

onu anlama isteğinden gelmektedir. Bu araştırmaların ilerletilmesi

bizim dünya hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmiştir.
Biyolojinin; botanik

zooloji ve tıp gibi birçok dalı eskidir. Ancak

bunları tek bir kategori altında toplayan "biyoloji"

ancak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu bilmin gelişmesiyle

bilimadamları

bütün yaşayan varlıkların

ortak bazı özellikler taşıdıklarını anlamışlardır. Bu nedenle de varlıkların bir bütün içersinde incelenmesinin yararlarını kavramışlardır. Biyoloji

günümüzde

en önemli bilim dallarından biridir: Tüm dünyadaki biyoloji ve tıp dergilerde

yıllık bir milyon makaleden fazla yayımlanmaktadır. Aynı zamanda

biyoloji

tüm dünyadaki okullarda öğretilen ana derslerden biridir.
Biyoloji

bu kadar fazla konuyu kendi kapsamı altında topladığı için birçok dallara bölünmüştür. Organizma türüne göre bu bilimdalını bölen yöntem; bitkileri inceleyen botanik

hayvanları inceleyen zooloji ve son olarak da mikroorganizmaları inceleyen mikrobiyolojiyi ana dallar olarak alır. Bazı bölme yöntemleri ise

incelenen organizmaların derecesine göre bu ayrımı yapmaktadır: Bu sistem; hayatın temel kimyasını inceleyen moleküler biyolojiyi

hayatın temel yapı taşları olan hücreleri inceleyen hücre biyolojisini

organizmaların iç organlarını inceleyen fizyolojiyi ve organizmaların ilişkilerini inceleyen ekolojiyi

biyolojinin ana dalları olarak kabul eder.
Coğrafya
Coğrafya

insanlar ve yer (mekân) ile bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimdir. Yer ve insanlar arasındaki ilişkiler coğrafyanın konusunu oluşturur. Coğrafya sözcüğü Yunanca gaia (yeryüzü) ve gráphein (yazmak) sözcüklerinden türemiştir.
Gregg ve Leinhardt (1994)

coğrafyayı 4 özellikle karakterize edilen bir disiplin olarak tanımlamaktadırlar.
* Birincisi bir yere eşsiz bir karakter kazandıran

yeryüzü üzerindeki özelliklerin dağılımıdır (örneğin dağlar

nehirler

denizler vb.).
* İkincisi

bazı şeylerin oldukları yerlerde ve zamanda neden ve nasıl meydana geldiğini anlamaktır (örneğin volkanlar gibi).
* Üçüncüsü

meydana gelen olayların

diğer olaylarla ilgisi ve bağlantısıdır (örneğin yağmur ormanlarının tahribi).
* Sonuncusu

coğrafyanın haritalar ile bilgilerin ve fikirlerin iletişimini sağlamasıdır.
Bu dört özellik birbiri ile çok çeşitli yollardan etkileşim içindedir. Bunlardan ilk üçü coğrafyanın temel prensipleridir. Sonuncusu ise coğrafî araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerin ifadesidir.
Coğrafyanın bu değişik yönleri arasındaki etkileşim

onu tanımlama amaçlı olarak kesin çizgilerle bölünmesini zorlaştırır. Coğrafi beceriler

yerler (mekanlar)

fizikî

beşerî ve çevre coğrafyası biçiminde bir bölümleme

bunlardan bir veya iki alanın coğrafya eğitiminin çeşitli basamaklarında yer alması; öğrencinin çeşitli alanlar arasındaki ilişkiyi anlamasının engellenmesi şeklinde bir sonuç doğurabilir.
Coğrafya

bazı yeteneklerin gelişimini ve kavramların anlaşılmasını içerir. Bu kavram ve yetenekler ise fizikî çevre (ortam)

beşerî çevre ve bunlar arasındaki ilişki ile ilgilidir.
Coğrafya'nın tarihi
Diğer bütün bilimler gibi coğrafya'da gereklilik sebebiyle ortaya çıkmıştır.Eski çağlarda Mısır uygarlığında verimli toprakların nerede olduğu ve nasıl kullanılacağı gibi konular ayrıca her yıl gerçekleşen sellerin sonuçlarını bulmak ve zararlarını en aza indirmek için coğrafyayı kullanmışlardır.Dönemin göçebe toplulukları ise su kaynaklarını

yerleşecekleri yerleri ve yolları bulabilmek için basit haritalar yapmışlardır.
Ptolemy'nin haritası
Ptolemy'nin haritası
Eski Yunanlılar ise verimli alanların kıtlığından dolayı denizcilikle ilgilenmiş ve bu alanda coğrafyayı geliştirmişlerdir.Miletoslu Hekataios'un İÖ 500'de yazdığı kitabın ilk coğrafya yapıtı olduğu var sayılır.Ayrıca Klaudios Ptolemaios'un Geographike hyphege-sis kitabında harita yapım metotlarından bahsetmiş ve bu alanda coğrafyaya büyük katkıda bulunmuştur. Eratosthenes

Surlu Marinus ve Ptolemaios da bugün kullandığımız paraleller ve meridyenlerden oluşan sistemin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Abraham Ortelius'un dünya atlası
Abraham Ortelius'un dünya atlası
Karakteristik olarak yayılmacı olan Roma İmparatorluğu döneminde coğrafya daha çok askeri amaçlar için kullanıldı ve geliştirildi. Coğrafi şartların savaş üzerindeki etkileri bağlamında yer ve hava incelemerlerinde bulundular ayrıca haritacılıkta askeri alanda geliştirildi
İslam dünyasında ise bn Havkal'ın 10. yüzyılda yazdığı el-Mesalik ve'l-Memalik (Yollar ve Ülkeler)

9. yüzyılda Belhi'nin yazdığı Suverü-l-Ekâlim (İklim Türleri)

10. yüzyılda Mesudi'nin yazdığı el-Müru-çü'z-Zeheb (Altın Çayırlar) ve 14. yüzyılda İbn Battuta'nın yazdığı Tuhfetü'n-Nuzzarfi Garaibi'l-Emsar adlı eserler öne çıkmaktadır.Ayrıca İslam dünyası tarafından geliştirilen 360 dereceli sistem haritacılıkta hâlâ kullanılmaktadır.
Pusulanın Avrupa'ya geçmesi sonucunda uzak diyarlara seyahatler başladı ve yeryüzü hakkında daha geniş bilgiler edinildi. Kristof Kolomb

Vasco da Gama

Amerigo Vespucci

Cabot ve Macellan keşifleriyle haritalar zenginleşti.Anversli Abraham Ortelius 1570'te ilk dünya atlasını yaptı.
1700'lü yıllardan sonra coğrafya yöntem ve biçim olarak daha bilimselleşti.Teleskop ve kronometrenin bulunuşuyla coğrafi bilgilerin güvenilirliği ve hesapların kolaylığı sağlandı.
1800'lü yıllarda ise coğrafya doğabilimci [[Alexander von Humboldt]Alman bilim adamı] ile tarihçi Carl Ritter tarafından akademide ders olarak verilmeye başlandı.Humboldt'un Cosmos (Evren)

Ritter'in de Die Erdkunde (Coğrafya) adlı yapıtlarında coğrafya bilgisini sistemli biçimde düzenlemeye çalışarak modern coğrafyanın temellerini attılar. A.von Humboldt fizikicoğrafyanın C. Ritter ise beşeri coğrafyanın kurucusu olarak kabul edilir.
Felsefe
Düşünbilim veya felsefe

sözcük kökeni olarak Yunanca seviyorum

peşinden koşuyorum

arıyorum anlamına gelen "phileo" ve bilgi

bilgelik anlamına gelen "sophia" sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Buna göre

felsefe Yunanlılar için

‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre

her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir.
Felsefe varlık ve düşünmeyi oluşturan ilkeler

gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. belirli bir konuda yoğun ve sistematik düşünmektir.Çoğunlukla büyük filozofların çalışmalarının toplamına denilir. Filozoflar tarafından ortaya atılmış çeşitli soruların cevaplarının aranması anlamına gelir. Bir diğer tanımı bir tür kritik

yaratıcı düşünmedir.Bu anlamların herhangi biri ayrı olarak düşünülemez. Günlük kullanımda değişik anlamları olsada burada bir çalışma alanı olarak felsefe ele alınacaktır.
Felsefenin konuları
Filozoflar genellikle varoluş veya varlık

ahlak veya iyilik

bilgi

gerçek ve güzellik konularıyla ilgilenmişlerdir. Tarihsel olarak birçok filozof dini inançlara veya bilime de eğilmiştir. Filozoflar genellikle bilimin dışında kalan bu kavramlarla ilgili kritik sorular sorarlar. Felsefe nedir sorusunun cevabının aranması da bir felsefi uğraştır. Filozoflar genellikle şu soruların cevaplarını ararlar:
* Gerçek nedir? Bir ifadeyi nasıl veya niye doğru veya yanlış olarak tanımlarız? Nasıl karar veririz?
* Bilgi mümkün müdür? Bildiğimizi nasıl biliriz? Doğru bilginin kökeni ve sınırları ?
* Ahlaken doğru veya yanlış hareketler (veya değerler

veya kurumlar) arasında bir fark var mıdır? Hangi hareketler doğrudur

hangileri yanlıştır? Değerler mutlak mı

izafi midir? Yani nasıl yaşamak gerekir? Ahlakın kaynağı nedir ?
* Gerçeklik nedir ve neler gerçek olarak nitelendirilebilir? Gerçek olan şeylerin doğası nedir? Bazı şeyler algımızdan bağımsız olarak var olabilir mi? Zaman ve mekanın doğası nedir? Düşünme ve düşüncenin doğası nedir? Birey olmak ne demektir?
* Güzel nedir? Güzel şeylerin farkı nedir? Sanat nedir?
* Din kavramının kökeni nedir ? Tanrı insanların korkularından kaynaklanan bir varsayım mıdır ? Tanrı var mıdır ?
Antik Yunan felsefesinde

yukarıdaki beş soru sırasıyla

analitik veya mantıksal

epistemoloji

etik

metafizik ve estetik olarak adlandırılırdı. Bunların dışında da konular vardı ve bu tanımlamaları ilk kez kullanan Aristo aynı zamanda politika

modern fizik

jeoloji

biyoloji

meteoroloji ve astronomi'yi de felsefenin konuları arasına almıştır. Yunanlılar Sokrates'in etkisiyle bir Analiz geleneği geliştirmişler ve konuyu daha iyi anlamak için parçalarına ayırmışlardır.
Diğer gelenekler bu tip tanımlalar kullanmamış veya aynı temaları ön plana çıkartmamıştır. Hint felsefesi Batı felsefesi ile benzerlikler taşısa da

binlerce yıldır felsefe ile ilgilenmiş olsalarda Japonca

Korece ve Çince'de felsefe kelimesi 19.yy'a kadar yoktu. Özellikle Çinli filozofların Yunanlılara göre farklı bir sınıflandırması vardı. Tanımlamaları da genel özelliklere değil çoğunlukla metaforikti ve aynı anda birkaç konuya ilintiliydi [1]. Ancak batı felsefesinde de konular arasında kesin sınırlar yoktur ve 19.yy'a kadar batı filozoflarının çalışamalarında konusal bir ayrım yapılmamıştır. Gerçek felsefe Rönesans sonrası Alman İdealizmi sonrasında doruk noktasına ulaşmıştır.
Amaç ve yöntem
Felsefe diğer disiplenlerden sorgulama yöntemiyle ayrılır. Filozoflar

ilginç

harika veya şaşırtıcı buldukları bir konudaki şüpheleriyle ilgili anlaşılır örnekler verebilmek için

genellikle sorularını problemler veya bilmeceler olarak çerçevelendirirler. Bu sorular genellikle bir inanca ait varsayımlarla veya insanların karar vermek için kullandıkları yöntemlerle ilgilidir.
Filozoflar problemleri mantıksal bir şekilde ortaya koyarlar. Tarihsel olarak geleneksek mantıkın kıyaslarını

Frege ve Russell'dan itibaren de sembolik mantık kullanır ve daha sonra kritik okuma ve fikir yürütmelerle bir sonuca doğru ilerlerler. Sokrat gibi

tartışmayla

veya diğerlerinin ileri sürdükleri fikirlere cevap vererek

veya dikkatli kişisel düşünmeyle cevap ararlar. Filozoflar bu yöntemlerin birbirine göre üstünlükleirini tartışa gelmişler

örneğin felsefi "çözümlerin" nesnel

kesin yani gerçeklik hakkında bilgi veren mi; yoksa konuştuğumuz dilin mantığına açıklık kazandıran veya hatta kişisel terapi mi olduğunu sorgulamışlardır.
Dil filozofun en önemli aracıdır. Analitik felsefede felsefi yöntemle ilgili tartışmalar felsefe ve dille ilgiliydi. Kıta Avrupa'sı felsefesinde de benzer kaygılar vardır. Meta-felsefe

yani felsefenin felsefesi

felsefi problemlerin

felsefi çözümlerin ve problemden çözüme gidişteki yöntemlerin doğasını araştırır. Bu tartışmalar aynı zamanda dil ve yorum üzerine yapılan tartışmalarla da ilgilidir.
Bu tartışmalar da felsefenin konusunu oluşturur çünkü felsefenin kendisi de felsefi tartışmaların önemli bir parçası olagelmiştir.
Felsefe

yapısalcılık ve rekursivism gibi

parçalar arasındaki ilişkiler yoluyla da incelenmiştir. Bunun dışında

bilim felsefesi ve biofelsefe de vardır.
Felsefe Gelenekleri
Bir çok toplum felsefî sorunları araştırmış ve bir felsefe geleneği yaratmıştır. Avrupa-Amerikan akademik çevrelerinde "felsefe" terimi genellikle sadece Batı Avrupa medeniyetinin oluşturduğu felsefe geleneği olan Batı Felsefesi yerine kullanılır. Bunun coğrafi olarak karşısında yer alan Doğu Felsefesi çok farklı bir yapıya sahiptir.
Doğu ve Orta Doğu felsefe gelenekleri Batı filozoflarını etkilemişlerdir. Rus

Yahudi

İslam ve yakın zamanda Latin Amerika felsefe gelenekleri Batı felsefesine katkı sağlamış ve ondan ayrı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Batı akademik filozoflarını iki geleneğe ayırmak mümkündür. "Batı felsefesi" tanımı geçen yüzyıl içinde sıklıkla bu iki gelenekten birinden diğerine doğru ağırlık kazanmıştır. İnsanlığın geleceği için karamsar sonuçlara ulaşma eğilimindedir.
Fizik
Fizik veya Doğabilim

(Yunanca φυσικός (physikos): doğal

φύσις (doğa): Doğa) enerji ve maddenin etkileşimini inceleyen bilim dalıdır (bkz. Kimya

Biyoloji). Enerjinin evreninin tarihindeki birincil rolü

her maddenin

özelliklerini açığa vurmak ve dönüşümlere katılmak için enerjiyle etkileşimde bulunması ve madde en temel bileşenlerine ayrışırken enerjinin en önemli öğe olması nedeniyle fizik

genellikle temel bilimlerin anası olarak bilinir. Madde ve madde bileşenlerini inceleyen

aynı zamanda bunların etkileşimlerini açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. bkz daha geniş bilgiFizik genellikle cansız varlıklarla uğraşan

fakat çok zaman canlılarla ilgilenen bilimlere de yardımcı olan bir bilim kolu olarakta anılır. Fizik kelimesi yunanca Doğa anlamına gelen terimlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yakın zamana kadar fiziğe Doğa felsefesi gözüyle bakılmıştır. Astronomi

Kimya

Biyoloji

Jeoloji

.....v.s. de birer doğa bilimi olmalarına rağmen

fiziğin en temel doğa bilimi ve aynı zamanda bu doğa bilimlerinin en önemli yardımcıları olduğu gerçektir. Diğer taraftan Tıp

Mühendislik...v.s. gibi uygulamalı bilimlerde çok kullanılan ve bazılarının temelini oluşturan Fizik

ilk bakışta hiç ilgisi olmadığı düşünülen arkeoloji

psikoloji

tarih...v.s. konularında da önemli bir yardımcıdır. Ancak konusu bakımından Fiziğe en yakın

hatta Fizikle içiçe olan bilim öncelikle kimyadır. O halde Fizik hemen hemen tüm bilimlerin gelişmesine yardımcı olmakta ve birçok konuda onlarla iş birliği yapmaktadır. Bu işbirliğinden şüphesiz fizikten yararlanmakta ve gelişmektedir. Fiziğin en yakın yardımcısı ise Matematiktir. Matematik bilimi kısaca Fiziğin dilidir. Temel doğa bilimi olan Fizik

evrenin sırlarını

madde yapısını ve bunların arasındaki etkileşimlerini açıklamaya çalışırken Fiziğin başılıca iki metodu vardır; bunlar gözlem ve deneydir. Doğa olaylarının çeşitli duyu organlarını etkilemeleri sonucuFizikte çeşitli kolların gelişmesi sağlanmıştır. Bu sebeble görme duyusunu uyandıran ışıkla beraber Fiziğin bir kolu olan optik gelişmiştir. Aynı şekilde işitme ile akustik

sıcak soğuk duygusu ile termodinamik...v.s. fizik konuları ortaya çıkmıştır.Bunların yanı sıra elektromagnetima gibi doğrudan duyu organlarını etkilemeyen kollarıda gelişmiştir. Fiziğin 19. yüzyılın sonuna kadar geçirdiği aşamalarda geçirdiği aşamalarda her ne kadar mekanik temel ise de

birbirinden bağımsız olarak incelenen Fizik konuları kalsik fizik altında toplanabilir. 20. yüzyılın başından itibaren klasik fizik kurallarından daha değişik

ancak çok daha mantıklı ve mükemmmel sonuçlar elde edilmiştir. Bu tür modellerle olayı açıklayan Fizik kolları ise Modern Fizik adı altında toplanmıştır. Fizik eğitimi bugünde gerçeğe çok yakın sonuçlar veren Klasik Fizikle başlamaktadır
Fizik değişimin incelenmesi demektir. Fiziğin çoğu alanı

durağan (statik) olanla değil

devinenle (dinamik olanla) ilgilenir. Fiziğin amacı evrendeki "gözlenebilir" niceliklerin (enerji

momentum

açısal momentum

spin vs.) "nasıl" değiştiğini anlamaktır. "Niye" değiştiğini sorgulamak çoğunlukla felsefenin metafizik dalı veya teoloji'nin işidir.
Fiziğin evinimi anlatmak için

temel fizik kuramlarının formulasyonunda kullandığı temel araçlar Diferansiyel denklemler ve İntegro-diferansiyal denklemler olarak sıralanabilir. Hatta çoğu temel fizik kuramı sadece diferensiyal denklemler kullanarak formule edilmiştir. (örn. Newton yasaları

Maxwell denklemleri

Einstein denklemleri

Kuantum Fiziği ya da Schrödinger denklemi

Dirac denklemi).
Fizik araştırmalarının türleri
Fizik araştırmaları genellikle Kuramsal fizik ve Deneysel fizik olarak ikiye ayrılır. Bu iki alandaki araştırmalar ise temel ya da uygulamalı araştırmalar şeklinde ayrılır.
Kuramsal fizik

evrenin yasalarını deneysel fiziğin gözlemlerini kullanarak açıklamaya çalışır. Deneysel fizik

önerilen kuramlardan hangisinin doğru olduğuna karar vermek için tasarlanan deneyleri gerçekleştirir. Deneysel fizik sıklıkla

hiçbir kuramı olmayan yepyeni doğa olayları da keşfeder: Elektromanyetizma ve Radyoaktivite bu şekilde keşf edilmiştir. Fiziğin yeni alanları çoğunlukla deneylerde gözlenen çelişkili ya da açıklanamayan fenomenlere yanıt olarak geliştirilir. Fiziğin yeni alanları bazen

deneysel olarak doğrulanmadan önce

tamamiyle kuramsal olarak ortaya atılır (örneğin Görelilik kuramı ya da son zamanda önerilen yeni kuramlardan M-Kuramı gibi..)
Temel araştırmalar

yasaların pratikteki anlaşılabilirliği üzerinde yoğunlaşırken

uygulamalı fizik

adının da belirttiği gibi

varolan bilgiyi karmaşık sistemleri çözümlemek üzere pratik hayatta

ekonomide ya da başka fizik araştırmalarında kullanmaya gayret eder. Hem temel araştırmaların hem de uygulamalı araştırmaların kuramsal ve deneysel yönleri bulunur. Örneğin uygulamalı fiziğin çok verimli bir alanı Katı hal fiziğidir. Bu alanda araştırmacılar

kuantum mekaniğinin ve elektromanyetizmanın temel yasalarına dayanarak

katı cisimleri oluşturan atomların davranışlarını çözümlemeye çalışır.
Fizik araştırmalarındaki gelenek ve kültür kuramsal araştırmaları özelleşme/uzmanlaşma olarak kabul etmesi nedeniyle diğer bilimlerden ayrılır. Biyoloji ve Kimya'da da kuramsal araştırmacılar bulunmasına karşın en başarılı kuramsal araştırmacılar aynı zamanda deneysel araştırmacı olmuştur ve bu bilimlerde salt kuramsal araştırmacılara karşı (bazen aleni olarak) büyük ön yargılar bulunur.
Hukuk
Hukuk

toplumun genel menfaatini veya fertlerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide

hak ve kanunların bütünüdür. Daha yaygın bir tanımıyla hukuk

adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir.
Kelime anlamı
Hukuk kelimesi Arapça "hak" kökünden gelir ve hak kelimesinin çoğulu olarak bilinmektedir (galat-ı meşhur). Arapçda "hak" kelimesinin çoğulu "ah'kak"tır. Türk Dil Kurumu'na göre hukuk kelimesi

"Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür". Bunun dışında hukukun "haklar" anlamı da vardır. Mecazi anlamda ise

ahbaplık

dostluk anlamında da kullanılır.
Teknik anlamı
Hukuk dönemden döneme değiştiği için hala doyurucu bir tanım yapılamamıştır. Kant "Hukukçular hala hukukun tanımını aramaktadırlar" der. Günümüzde en çok kabul edilen tanımı ise: "Belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet zoruna (müeyyide) bağlanmış kurallar bütünüdür".
Bilimsel bir disiplin olarak hukuk

kendi içinde temel olarak ikiye ayrılır. Genel olarak hukukun kişiler arası ilişkileri konu alan kısmına Özel Hukuk

kişiler ile devlet veya devleti oluşturan kurumlar arası ilişkileri düzenleyen kısmına ise Kamu Hukuku adı verilir. Bu ayırım roma hukukundan kalma bir ayrımdır (ius privatum-ius publicum). Medeni Hukuk

Ticaret Hukuku ve Devletler Özel Hukuku özel hukukun

buna karşılık Anayasa Hukuku

Ceza Hukuku ve İdare Hukuku kamu hukukunun başlıca alt dallarıdır.
H
ukuk kuralları ve özellikleri
Hukuku diğer toplumu düzenleyici kurallar olan örf ve adetler

gelenekler ve dinlerden ayıran özellik devlet tarafından güvenceye alınmış ve cebri yaptırımlara sahip olmasıdır.Hukuk kuralları insan davranışlarını düzenler ve bulunduğu toplumun değer yargılarını taşır.Soyutluk ve genellik özelliği sayesinde benzer nitelikteki bütün durumlarda uygulanması sağlanır.
Yaptırım (müeyyide):
Hukuk alanında yaptırım kamu gücü ile uygulanır.Hukuka uymayı zorlama

uymayanları cezalandırma ve uyulmadığı durumlardaki zararları en aza indirmek için kullanılır.Hukuk düzenini sağlamayı ve korumayı amaçlayan yaptırımlar gene hukuk düzeninin öngördüğü şekilde yerine geitirilir.
Maddi ve manevi yaptırımlar olarak ikiye ayrılır.Maddi yaptırımlar hukuka aykırı durumlarda uygulanırken manevi yaptırımlar bu durumları engellemek için kullanılır.
Ceza hukukunda ölüm

hapis ve para cezaları; anayasa hukukunda siyasetten men

parti kapatma; vergi hukukunda vergi ve kaçakçılık cezaları gibi değişik hukuk dallarında değişik yaptırımlar vardır.
Hukukun dayanağı
Hukukun dayanağı ile ilgili çeşitli dönemlerde kuramlar üretilmiştir.Bunları sıralamamız gerekirse; bilinçi bir irade olarak gören kuramlar

irade dışı olarak gören kuramlar ve pozitivist kuramlar.Bu kuramların bazılar felsefik değil ortaya konduğu dönemin sorunlarını çözmek veya politik görüşleri hukuk biliminde dile getirme ihtiyacından ortaya çıkmıştır.
Hindistan Anayasası

Dünya'da şimdiye kadar yazılmış en uzun anayasadır.
Hindistan Anayasası

Dünya'da şimdiye kadar yazılmış en uzun anayasadır.
Dayanağı
ilinçli irade
* Genel irade kuramı'na göre hukuk toplumdaki insanların karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşmalarını dayanak alır ve bunun sonucunda hukuka

toplumsal sözleşme olarak bakar.İnsanların anlaşarak ortaya çıkardığı bu toplumsal sözleşmeye uymaları kendileri için ödev olarak görülür.
* Tansırsal irade kuramı hukuku Tanrı'ya dayandırır ve ancak onun istemesi dahailinde ortadan kalkar.Hukuka uyma zorunluluğu

onu Tanrı'nın yansıması olarak gördükleri içindir.
* Kişisel irade kuramı ise Devletin iradesine dayandırır.Hukuk devlet ve onu temsil eden güçler içindir.
* Her yaptığımızdan kendi öz ve hür iradelerimiz sorumludur.Ancak günümüze kadar bu kuramları tamamen çürüten ve yok sayan birçok olay olmuştur.Bu olaylardan ötürü yeni verilen hükümlerde iyiniyet şartına bakılmaktadır.Eğer bir durum olduğunda kişinin ehliyeti bulunuyorsa vede ortada bir yanlışlık varsa en son olarak iyiniyet durumunun olup olmadığına bakılır ve gerekli duruma göre işlemler yapılır.
Dayanağı
ilinçdışı irade
* Tarihsel hukuk kuramı

hukuku ulusların tarihlerine dayandırır.Hukuk bir ulusl doğar yaşar ve gelişir

bir yasa koyucunun iradesine bağlı değildir.
* Doğal hukuk kuramı'na göre ise doğal hukukun insan var olmadan önce de var olduğunu ve insnaların yaptığı hukukun bu doğal hukuka uygun olması gerekir.İnsan hakları doğal hukuk kuramına göre değerlendirilir.Örnek olarak insanların doğal olarak sahip olduğu yaşam hakkı değiştirilemez veya kaldırılamazlar.
Pozitivist kuramlar
Bazı pozitivistler hukukun devlet iradesinden doğduğunu bazıları ise sosyal bir durum olduğunu söylerler.Marks'ın hukuk alanında ki düşünceleri de pozitivist kuramlar arasına girer.Ona göre tüm toplumsal olaylar ekonomik olaylara dayanmakta

dolaylı olark hukuku toplumsal olaylara dayandırmaktadır.
Hukuk sistemleri
Hukuk biliminde biçim

öncelikler ve ilkeler doğrultusunda bazı sistemler ortaya çıkmıştır.
Roma hukuku
Kara Avrupası ülkelerinin yanında Türkiye'nin de uyguladığı sistemdir.Bu sistemde hukuk

yurttaşlar arasındaki ilişkileri düzenlemeyi öncelikli hale getirmiştir.Bu sebeple Medeni Hukuk diğer sistemlere göre çok daha ileri düzeydedir.Bu sistemlerde hukuk özel hukuk ve kamu hukuku olarak ikiye ayrılır.Hukuku yaratan yasa koyucular yapar. Continental-law da denir.
Ortak hukuk
Anglo-Amerikan ülkelerinde uygulanan sistemdir. XI. yüzyılda İngiltere'de gelişmiştir.Roma hukuk sistemi gibi hukuku bölümlere ayırmaz ayrıca hukuk yaratıcısı olarak yargıçları görürler. Fakat gelişme ve teknolojinin getirdiği yenilikler yüzünden ortaya çıkan eksiklikler çıkarılan yasalarala giderilmeye çalışılmıştır. Hukuk fakültelerinde Common-law adıyla anılır.
İslam hukuku
Dinsel ilkelere dayanır ve hukukun yaratıcısı olarak Kur'an görülür ayrıca çıkan bazı eksikliklerde Peygamberin sözleri ve davranışları (Sünnet) dikkate alınır. Kıyas (analoji) ve İcma (mahkeme içtihatları ve bilimadamlarının görüşleri) hukukun oluşumunda önemli paya sahiptir. Osmanlı İmparatorluğunda da uygulanan bu sistem 1926'da çıkarılan Medeni Kanun ile Türkiye'de son bulmuştur.
Osmanlı imparatorluğunda uygulanan hukuk sistemi bir padişahın varlığından dolayı batıdaki gibi monarşik algılansa da şeyhulislamın bir padişahı görevden alabilme yetkisinin varlığı islam hukukunun ne derece de uygulandığını gösterir
Günümüzde İslami kuralların uygulandığı ülkeler olmakla birlikte

hukuk olarak İslam Hukukunun uygulandığı bir ülke yoktur.
İslam hukuku

içtihatlar ile en parlak zamanını yaşadıktan sonra bu (içtihat) kapının kapatılmasıyla pasifleşmiştir.
Sosyalist hukuk
Rusya komünist devriminden sonra sosyalist ülkelerde uygulanan sistemdir.Daha çok ekonomik koşullara dayanır ve en önemli dayanağı mülkiyet hakkının kişilere değil topluma ait olmasıdır.Bireyler arasındaki özel hukuktan çok toplum çıkarları gözetilmiştir.Ayrıca Marksist ve Leninist düşünceye göre sosyalist hukuk geçici bir durumdur ve toplumu düzenlemek içindir ve toplum komünist düzene geçtiği zaman yaptırıma dayanan bir hukuk sistemine gerek kalmayacaktır.Komünizmin Avrupa'da çökmesinden sonra sosyalist hukuk sistemide olumsuz yönde etkilenmiştir.
Devletler hukuku
Devletleri birbirleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen hukuk dalıdır.Kaynağı temel hukuk ilkeleri

uluslararası andlaşmalar ve uluslararası yargı makamlarının verdikleri kararlardır.Realist anlayışa göre uluslararsı hukukun aktörleri devletlerdir.Ancak özellikle Avrupa insan Hakları Sözleşmesi ile devletler

vatandaşlarının da uluslararası mahkemelere başvurmasına izin vermişler ve bu mahkemelerin kararlarına uyacaklarını ilan etmişlerdir.
özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan birçok uluslararası örgüt kendi hukuklarını evrensel ilkeler doğrultusunda yapmakta ve uygulamaktadır.Bunun en somut örneği Birleşmiş Milletler'dir.
Kimya
Kimya

atomları

element ya da bileşik haldeki maddelerin yapısını

bileşimini ve özelliklerini (makroskopik ve mikroskopik boyutta)

uğradıkları dönüşümleri

bu dönüşümler sırasında açığa çıkardıkları ya da soğurdukları enerji ve entropiyi inceleyen bilim dalıdır.
Kimya'nın dalları
Kimya bilimi sınırsız denecek sayıda çok bileşiğin incelenmesini kapsar ve bu konudaki bilgi ve etkinlikleri sistemli hale getirmek amacıyla birbiriyle ilgili bileşikleri

sistemleri

yöntemleri ve amaçlarını gruplayan birçok alt dala ayrılır: Analitik Kimya

Biyokimya

İnorganik Kimya

Organik Kimya

Fiziksel Kimya

Teorik Kimya

Nükleer Kimya başlıca dallardır.
Matematik
Matematik (Osmanlıca: Riyaziye

Yeni Türkçe Karşılıklar: Uzbilim)

yapıların biçimlerini

değişimi ve uzamı inceleyen bilim dalıdır. Daha genel tanımıyla nicelik ve zaman ile ilgili simgeleri (ya da temsili nesneleri) inceler. Formalist bakış açısına göre *belitsel (aksiyomatik) olarak tanımlanmış soyut yapıların mantık ve matematiksel notasyon kullanılarak araştırılmasıdır. Diğer bakış açıları Matematik Felsefesi'nde bulunabilir.
Matematikçiler tarafından incelenen bazı yapılar

doğa bilimlerinden özellikle fizikten kaynaklanıyor olabilir. Bununla birlikte matematikçiler

örneğin bazı alt alanları birleştirici bir genelleme veya ortak hesaplar için yararlı bir araç oldukları için tamamen matematiğe ait yapılar da tanımlar ve araştırırlar. Bir çok matematikçi matematiği bir bilimden çok sanat olarak görerek araştırdıkları alanları sadece saf bir estetik kaygı ile incelerler. Matematiği bilimin dili olarak ele alıp

pozitif bilim saymayan filozoflar da vardır.
Matematiğe genel bakış matematiğin tarihi
"Matematik" sözcüğü

"bilim

bilgi ya da öğrenme" anlamına gelen Eski-Yunanca μάθημα (máthema) sözcüğünden türetilmiştir ve μαθηματικός (mathematikós) "öğrenmekten hoşlanan" anlamına gelir.
Ayrıntılar için Matematik Tarihi başlıklı makaleye bakın.
2.2 Neden Matematik Öğrenir ve Öğretiriz?
Matematik

öğrenme ve öğretme programlarında niçin vardır? Matematik

çocukların ve gençlerin hayatında neden hep önemli bir ders olmuştur? Bu soruların cevabı aynı zamanda matematik öğretiminin amacını da oluşturur.
Matematik öğretiminde amaç: Matematiksel düşünce sistemini öğrenmek ve öğretmektir. Temel matematiksel becerileri (problem çözme

akıl yürütme

ilişkilendirme

genelleme

iletişim kurma

duyuşsal ve psikomotor gelişim) ve bu becerilere dayalı yetenekleri

gerçek hayat problemlerine uygulamalarını sağlamak;
Bireysel olarak matematik çalışmaları ile gençleri geleceğe hazırlarken kendi matematiksel beceri ve yeteneklerinde ileriye gitmelerini sağlamak

gençlerin gelişen teknolojiyi takip edebilmelerine imkan verecek zihinsel becerileri nasıl kazanabileceklerini öğretmek;
Matematiğin dayandığı esasların bazılarını anlayabilmek

dünya kültüründe ve toplumdaki yerimizi değerlendirebilmek sanatsal boyut içerisinde de yer alan matematiğin önemini öğretmek;
Matematiğin sistematik bir bilgi ve bilgisayar dili olduğunu öğretmektir.
Matematik

akıp giden insanlığın ortak zekâsının anıtsal abidesidir. Yeter ki akıp giden bu enerjiyi iyi algılayabilelim ve anlayabilelim.
Meteoroloji
Meteoroloji veya Gökolaybilim

atmosferde meydana gelen hava olaylarının oluşumunu

gelişimini ve değişimini nedenleri ile inceleyen ve bu hava olaylarının canlılar ve dünya açısından doğuracağı sonuçları araştıran bir bilim dalıdır.
Atmosferin özellikle alt katmanlarında meydana gelen hava olaylarının oluşumunu ve değişimini nedenleriyle inceler ve kısa dönemli tahminler yapmayı amaçlar. Matematik

coğrafya

istatistik ve fizikten yararlanır.
Tarihçe
Meteorolojik olaylar

insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş

insanlar günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten olayların nedenlerini zamanın koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır. Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler yaparak hava olaylarını önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlar

bunların olumlu etkilerinden faydalanma

olumsuz etkilerinden de kurtulma ve korunma yollarını aramışlardır.
Meteoroloji

insanlık tarihi kadar eski bir bilim olmasına karşın

gerçek kimliğine 19. yüzyıl sonlarına doğru kavuşmuştur. İlk meteorolojik haritalar 1869 yılında Prof. Cleveland Abbe ve Alexander Buchan tarafından yapılmıştır. 1882 yılında Elias Loomis

ilk dünya yağış dağılım haritasını

1887 yılında Dr Julius Hann ise

ilk meteoroloji atlasını hazırlamışlardır.
Mimarlık
Mimarlık mekan tasarlama işidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma

dinlenme

çalışma

eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları

işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla

yapıları ve fiziksel çevreyi uygun ölçülerde tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekan ihtiyacı duyar ve bu mekanı kendine özgü kültürel

fonksiyonel

teknik ve farklı zevklerde yaratır.
Mimarlık evrensel bir meslektir. İnsanlık tarihinin her döneminde önemli olmuştur. Dini yapıların tanrıya ulaşma arzusundan

iktidarı simgeleyen saraylara ya da bir kentin dokusunu oluşturan basit konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekanı tasarlar.
Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi

yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan

içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara

yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa

oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam

coğrafi

iklimsel

kültürel

demografik farklılıklar içerir.
MÖ 1. yy.'da yaşamiş olan Roma'lı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas

Firmitas

Venustas" (kullanışlılık

sağlamlık

güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans' ta bu tanım

"Comodita

perpetuita

bellezza" (kullanışlılık

süreklilik- kalıcılık

güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula ( kullanılışlılık

sağlamlık

güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. Frank Lloyd Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."
Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise

tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup

diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle

mimarlık

geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak

gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak

vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.
Son elli yıldır mimarlık mesleği konusunda “Çizim yapma sanatı” gibi bir yanlış kanaat oluşmuş

mimarlık sanatına yardımcı olan ancak çalışma alanı

tüm yapılarda kullanılan elemanların malzeme

mukavemet

statik ve dinamik durumlarını ve ekonomisini inceleyen bilim dalı olan inşaat mühendisliği ile mimarlık kavramları birbirine karışmıştır.
Mimarlık sanatının kültürel yanını gözardı eden bu anlayış sonucunda

yüzyıllardır ülkemizin kimliği ile bütünleşen ve kültürümüzün ve değerlerimizin en kalıcı kanıtı olan mimarlık

kimliğini kaybetmiş

kültürel kimlik sorusu ile bir hesabı bulunmayan egemen yapı kültürü kentlerin görünür kimliğine damgasını vurmuştur.
Oysa Mimarlık ülkelerin kartvizitine yazdığı değerlerin en önemlilerinden biri belki de en önemlisidir.
Mimarlık okullarından mezun olanların

mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile

birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir.
Psikoloji
Psikoloji (Yunanca ψυχολογία

psihologia: Ruh bilimi)

insan davranışlarını ve zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır.
Kelime anlamı
Ruhbilim
Os. Ruhîyât

Fr. Al. Psychologie

İng. Psychology
Ruhsal yaşamın bilimi
Yunanca ruh anlamına gelen psykhe deyimiyle bilgi anlamına gelen logos deyiminden yapılmıştır. Antikçağ Yunanca'sında psukhê deyimi duysal ruh anlamına geliyordu. Dilimizdeki ruhbilim deyimi de bu anlama uygundur ve özellikle ruh'la tin deyimleri arasındaki anlam ayrılığını göz önünde tutmuştur. Bu anlamda ruhbilim deyimi

canlı örgenliğin bedensel yanını inceleyen bilimi dilegetiren fizyoloji deyimine karşı olarak canlı örgenliğin ruhsal yanını inceleyen bilimi dilegetirir.
* İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bilim.
* Bir grubu

bir bireyi belirleyen hareket etme

düşünme

duygulanma biçimlerinin bütünü.
* Davranışsal.
düşünüş

davranış biçimi.
* Psyche + Logos kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Psyche ruh anlamına gelir

logos da bilim/bilgi demektir. Psychelogos yani Psikoloji kelime anlamıyla "ruhbilim"dir.
Ayrıca kısaca insan ve hayvanların içinde sakladıklarını dışavurmasıdır.
Bilim olarak psikoloji
İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ve kendi içinde de dengeli bir gelişme sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir

önceden kestirebilir

kontrol edebilir. Böylece

insana bu gelişim ve uyum sürecinde yardımcı olabilir.
Günümüzde psikolojinin bulgularından

çok değişik alanlarda yararlanılır. Eğitim

tıp

endüstri

ekonomi alanlarında psikolojik bilgilerin kullanımı

insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme

gelişme

yetenekler

ilgi

zekâ

heyacan

bellek

düşünme

öğrenme konularında elde edilen psikolojik bilgilerin eğitim alanında kullanılmasıyla bu alanda başarı yükselmiş

daha sağlıklı

daha modern bir eğitim anlayışı gelişmiştir.
Diğer bilimlerle ilişki
Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması

diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirine yakın dalların ilişkisi diğerlerinden daha fazladır. Örneğin insanı konu alan antropoloji

etnoloji

sosyoloji ve psikoloji daha yakın ilişki içindedir.
Psikoloji-antropoloji: Antropoloji

insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini

ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar.
Psikoloji-etnoloji: Etnoloji

günümüzde ya da tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İçinde yaşadığı kültürün

insanın kişiliği

algıları ve kanıları üzerinde etkisi çoktur. Bu nedenle etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur.
Psikoloji-sosyoloji: Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını

toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dallarıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukça farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin

sosyolojinin yalnızca insan toplumlarını incelemesine karşılık

psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler.
Araştırma yöntemleri
Bilimlerin amacı

olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola

her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler

korelasyonel yöntemler

deneysel yöntemlerdir.
1. Betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler: Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi

doğal gözlem

görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır.
1. Tarama yöntemi: Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır.
1. Test: İnsanların zekâlarını

ilgilerini

yeteneklerini

tutumlarını

kişiliklerini vb. ölçmek amacıyla kullanılır.
2. Anket: Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanılarak yazılı cevaplar aracılığıyla gözlemde bulunma işidir.
2. Doğal gözlem: Olayların doğal durumda izlenmesidir.
3. Görüşme: Görüşme

karşılıklı konuşmadır. Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir grup insanla da olabilir.
4. Vaka: Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların

önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için incelenen kimsenin ailesi

arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşulur. Elde edilen bilgiler nesnel olarak kaydedilir. Davranışların nedenleri ortaya çıkarılırken bu bilgilerden yararlanılır.
2. Korelasyonel yöntemler:
1. Korelasyon: iki değişken arasındaki karşılıklı ilişki miktarını gösterir. Örneğin tekrar yapmakla öğrenme arasında pozitif korelasyon vardır. Korelasyon değeri 0 ile +1 arasında olur. Sigara içmek ile ile sağlıklı olmak arasında ise negatif korelasyon vardır. Korelasyon değeri ise 0 ile -1 arasında olur. .
3. Deneysel yöntemler: Doğal gözlem

varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer.
1. Doğal gözlem: Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimi.
2. Varsayım: Olaylar ve olgular arasında neden-sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü.
3. Gözlem: Olayın başından sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesi. Deneysel yöntemde

bu aşamada kastedilen

doğal olmayan gözlemdir.
1. Güdümlü gözlem: Olayların yeri

zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimi. Nelerin

nasıl gözlenebileceği

nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir.
2. Deney: Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem ya da deneyleme sürecinin ürünüdür. Deney yöntemi

diğer bilimlerde olduğu gibi psikolojide de araştırmaların temelidir.
Sosyoloji
Toplum bilimi

(İngilizce sociology

sosyoloji) toplum ve insanın karşılıklı etkileşimi üzerinde çalışan bir bilimdir. Toplumsal (sosyolojik) araştırmalar sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki temaslardan küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Bu disiplin insanların neden ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları kadar bireylerin veya birlik

grup yada kurum üyelerinin nasıl yaşadığına da odaklanmıştır.
Toplum bilimi alanında çalışan bir kişiye de toplum bilimci (sosyolog) denir. Bir akademik disiplin olarak toplum bilimi bir sosyal bilim olarak kabul edilmektedir ve 19. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde gelişmiş diğer bilim dalları ile karşılaştırıldığında görece olarak gençtir. Bir çok sosyolog bir veya daha fazla uzmanlık alanında veya altdallarında çalışmaktadır.
Sociology kelimesi

Yunanca “bilim” anlamına gelen “logy” eki ve Latince’de

genel anlamda insanı işaret eden

üye

arkadaş veya dost anlamındaki

“socius” kelimesinden gelen “socio-” kökünden oluşur.
Toplum bilimi geniş çerçeveli bir disiplin olduğu için

profesyonel toplum bilimciler için bile tanımını yapmak güçtür. Bu disiplini tanımlamak için işe yarayan yollardan biri bu disiplini toplumun farklı boyutlarını inceleyen alt dalların oluşturduğu bir küme olarak tanımlamaktır. Örneğin toplumsal sınıflaşma eşitsizliği ve sınıfsal yapıları

demografi nüfusun miktar ve türündeki değişimleri

suç bilimi suç davranışı ve çarpıklıkları

politik toplum bilimi hükümet ve yasaları

ırk toplum bilimi ve cinsiyet toplum bilimi ırk ve cinslerin eşitsizliği kadar ırk ve cinsiyetlerin toplumsal yapılarını inceler. Doğadaki bir çok çapraz disiplini içerecek şekilde

yeni toplumsal alt bilim dalları ortaya çıkmaya devam etmektedir-mesela ağ çözümlemesi-.
Bir çok toplum bilimci akademi dışında yararlı araştırmalar yapmaktadır. Bulguları eğitimcilere

yasa yapıcılara

yöneticilere

yenilik yapmak isteyenlere

iş dünyasının liderlerine ve toplumsal sorunları çözme ve toplumsal politikalar oluşturma konusuyla ilgilenenlere yardımcı olmaktadır.
Tarihçesi
Ekonomi

politika bilimi

antropoloji

tarih ve psikolojiyi kapsayan diğer sosyal bilimler ile karşılaştırıldığında toplum bilimi oldukça yeni bir bilim dalıdır. Arkasındaki düşüncelerin ise daha uzun bir geçmişi vardır ve ortak insan bilgisi ve felsefesinin karışımına kadar izleri takip edilebilir.
Toplum bilimi 19. yüzyılın ilk yarısında modernliğin iddialarına karşı bir akademik tepki olarak belirmeye başladı: dünya küçülmeye başlayıp bütünleşmeye başlıyor

insanların dünyadaki deneyimleri hızlı bir şekilde atomize olup yayılıyordu. Toplum bilimciler sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler.
Sociology kelimesi 1838’de Auguste Comte tarafından Latince Socius (arkadaş

dost) ve Yunanca logos(bilim) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluşturuldu.
* Comte insana dair bütün bilimleri – tarih

psikoloji ve ekonomi dahil

bütünleştirmeyi istiyordu. Onun toplumsal şemasi tam 19.yüzyıla özgüydü; tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan (teoloji

metafizik

pozitif bilimler) geçtiğine inanıyordu ve eğer birisi bu gelişimi kavrarsa toplumsal hastalıklar için çareler de bulabilirdi. Toplum bilim ‘bilimlerin kraliçesi’ olmalıydı.
Herbert Spencer
* Sociology terimi ile ilk yayımlanan kitap İngiliz düşünür Herbert Spencer’in yazdığı The Study of Sociology(Toplum Bilimi Çalışması) idi (1874).
* ABD’de bazıları tarafından Amerikan Toplum biliminin babası diye tanımlanan Lester Frank Ward

1883’te Dinamik Toplum Bilim kitabını yayınladı ve ilk kez Kansas Üniversitesi

Lawrence’da 1890’da Toplum Bilim Öğeleri başlıklı bir kursta(Amerika'nın devam eden en eski toplum bilim bölümüdür) bu disiplin kendi adıyla öğretilmeye başlandı.
* Kansas Üniversitesi’nde Tarih ve Sosyoloji Bölümü 1891’yılında kuruldu ve ilk tam anlamıyla bağımsız toplum bilim bölümü 1892’de Chicago Üniversitesi ‘nde 1895’te Amerikan Toplumbilimi Dergisini çıkaran Albion W. Small tarafından kuruldu.
* İlk Avrupa toplumbilim bölümü

L'Année Sociologique ‘un (1896) kurucusu Émile Durkheim tarafından 1895’te Bordeaux Üniversitesi’nde kuruldu.
* Birleşik Krallık’taki ilk toplumbilim bölümü London School of Economics and Political Science‘da (İngiliz Toplum Bilim dergisini de yayınlayan) 1904’de kuruldu.
* 1919’da Almanya’da Ludwig Maximilians University of Munich’de Max Weber ve 1920’de Polonya’da Florian Znaniecki tarafından toplum bilim bölümleri oluşturuldu.
Karl Marx
Karl Marx
* Toplum bilim alanında uluslararası işbirliği 1893’te

René Worms tarafından kurulan ancak 1949’da oluşan çok daha geniş katılımlı Uluslararası Toplum Bilim Birliği (ISA) ile yıldızı kararan küçük Uluslararası Toplum Bilim Enstitüsü ile başladı.
* 1905’te dünyanın en büyük profesyonel sosyologlar birliği olan Amerikan Toplum Bilim Birliği kuruldu.
19. yy’dan 20. yy’ın başlarına kadar diğer “klasik” toplum bilim kuramcıları şunlardır:
* Karl Marks
* Ferdinand Tönnies
* Émile Durkheim
* Vilfredo Pareto
ve Max Weber .
Comte gibi bu bilimciler de kendilerini sadece “sosyolog” saymaz. Çalışmaları din

eğitim

iktisat

hukuk

psikoloji

etik

felsefe ve teoloji konularına yöneliktir ve kuramları değişik akademik disiplinlere uyarlanmıştır. En çok ne var ki toplum bilim üstünde etkili olmuşlardır (aynı zamanda ekonomi üstünde de merkezi bir isim olan Marks’ı hariç tutarak) ve gene onların kuramları bugün hala en uygulanabilir kuramlar olarak düşünülmektedir.
Disiplinin içinde

bilimsel açıklamadan farklı olan anlayışın felsefi kökleri vardı. Comte’un başını çektiği ilk kuramcıların toplum bilime yaklaşımı

toplumu anlamak için doğal bilimlerde kullanılan yöntemleri ve yömtembilimini aynen uygulayarak toplum bilimin bir doğal bilim gibi geliştirmekti. Deneycilik ve bilimsel yönteme yapılan vurgu toplumbilimsel iddialar ve bulgular için tartışılmaz bir temel oluşturmayı ve felsefe gibi daha az deneysel disiplinlerden toplum bilimini farklılaştırmayı araştırıyordu. Pozitivizm denilen bu yöntembilimsel yaklaşım toplum bilimciler ve diğer bilim insanları arasında çekişme kaynağına ve sonunda disiplinin kendi içinde de bir ayrışma noktasına dönüştü. Böylece

bir çok bilim

gerekirci

Newtoncu modelden belirsizliği kabullenen ve içselleştiren olasılıklı modellere geçerken toplum bilim gerekirci (çeşitlemeleri yapıya

etkileşime veya diğer güçlere yükleyen)yaklaşıma inananlar ve her türlü açıklama ve tahmin olasılığına karşı duranların hakimiyetine girdi.
Bilimsel açıklamadan farklı ikinci bir görüş ise kültürel hatta kendi başına toplumsaldı. 19.yy’ın başlarından itibaren insan toplumunun anlamlar

semboller

kurallar

normlar ve değerler gibi kendine özgü yanları bulunmasından dolayı doğal dünyadan toplumsal dünyanın ayrı olduğunu tartışan Wilhelm Dilthey ve Heinrich Rickert gibi bilim insanları tarafından toplum hayatını inceleyen pozitivist ve doğacı yaklaşımlar sorgulanmıştı. Toplumun bu öğeleri insan kültürlerini hem sonucuydular hem de bunlar tarafından üretiliyorlardı. Bu bakış açısı daha sonra antipozitivizmin (insancıl toplum bilim) kurucusu olan Max Weber tarafından geliştirildi. Anti-doğacılıkla yakın ilişkili bu anlayışa göre

toplumsal araştırma insanın kültürel değerlerine yoğunlaşmalıydı. Bu

bir insanın öznel ve nesnel araştırma arasında nasıl bir ayrım yapabileceği konusunda bazı tartışmalara yol açtı ve kişisel yorumlu (hermeneutical) çalışmaları etkiledi. Benzer tartışmalar

özellikle internet çağında

toplum bilimde

hedef kitleye özgü toplum bilimsel uzmanlığın yararına vurgu yapan kamu sosyolojisi gibi çeşitlemelere yol açmaktadır.
Sosyal Teori
Sosyal teori

toplumsal hayatın kalıplarını açıklamak yerine toplumsal kalıp ve büyük toplumsal yapıları açıklayacak ve çözümleyecek özet ve çoğunlukla karmaşık kuramsal çatıların kullanımına başvurur. Sosyal teori her zaman daha klasik akademik disiplinlerle sorunlu bir ilişki kurmuştur; anahtar düşünürlerden bir çoğunun üniversitede kürsüsü yoktur. Bazen sosyal teorinin toplum biliminin bir dalı olduğu düşünülse de

antropoloji

ekonomi

teoloji

tarih

felsefe vb gibi bilimlerle ilgili olduğu için disiplinlerarasıdır. İlk sosyal teoriler toplum bilimin doğuşuyla beraber

eş zamanlı olarak geliştirildi. ‘Toplum biliminin babası’ olarak bilinen Auguste Comte –toplumsal evrimcilik- diye ilk sosyal teorilerden birinin temel çalışmasını gereçekleştirdi. 19. yy’da sosyal ve tarihsel değişimle ilgili üç büyük klasik teori oluşturuldu: sosyal evrimcilik teorisi (sosyal darvinizm de bunun bir parçasıdır) sosyal dönem teorisi ve Marksist tarihsel materyalizm teorisi. Modern sosyal teoriler klasik teorilerin daha da yetkinleştirilmiş uyarlamalarıdır

evrimin çoksoylu teorileri gibi (neo-evrimcilik

sosyobiyoloji

modernizasyon teorisi

sanayi sonrası toplumu teorisi) veya genel tarihsel sosyoloji ve öznellik teorisi ve toplumun yaratılması.
Doğal bilimler disiplinlerinin tersine –fizik veya kimya gibi— sosyal teorisyenler kendi teorilerini savunmak için bilimsel yönteme yeterince sadık davranmayabilirler. Bunun yerine

sosyal teorinin karşıtlarının eleştirilerinin temelini oluşturan

tarihsel ve psikolojik yorumlar hariç

kolaylıkla kanıtlanamayacak hipotezler kullanarak büyük ölçekli toplumsal genel eğilim ve yapıları ele alırlar. Uç noktalardaki eleştirel kuramcılar

dekonstrüksiyonizmciler veya post-modernistler gibi

herhangi sistematik bir araştırma veya yöntemin baştan noksan olduğunu iddia etmektedir. Bir çok kez

ne var ki

“sosyal teori” bilime başvurmadan tanımlanır çünkü tarif ettiği toplumsal gerçeklik tersi kolay kanıtlanamayacak kadar baskındır. Modernite veya anarşi sosyal teorileri bu anlamda iki örnek olabilir.
Ne varki

sosyal teoriler toplum biliminin büyük kısmını oluşturmaktadır. Nesnel bilimsel tabanlı araştırmalar sosyal teorisyenler tarafından yapılan açıklamalar için destek sağlayabilir. Mesela aynı işi yapan erkek ve kadınlar arasında belirgin bir gelir eşitsizliği olduğunu ortaya koyan

bilimsel yöntem eksenli istatistiki bir çalışma

karmaşık sosyal teoriler olarak feminizm veya ataerkilliğin önermelerini tamamlayabilir.Genel olarak ve özellikle saf sosyoloji taraftarları arasında

sosyal teorinin bir çekiciliği vardır çünkü burada odak merkezi bireyden uzaklaşır ve doğrudan topluma ve bizim hayatlarımızı kontrol eden toplumsal güçlere döner. Bu sosyolojik kavrayış (veya sosyal imajinasyon)yıllar içinde öğrencilere çekici gelmiş ve diğerleri statükodan memnun kalmamışlardır çünkü --bu şekilde değişim olasılığını ortaya koyarak

sosyal yapıların ve kalıpların ya rastlantısal yada keyfi olarak özel güçlü gruplar tarafından kontrol edildiği varsayımına dayanmaktadır.
Bilim ve Matematik
Toplumbilimciler toplumu ve sosyal davranışı

insanların oluşturduğu grup ve toplumsal kurumu çeşitli sosyal

dinsel

politik ve iş organizasyon gibi inceleyerek çalışırlar. Onlar aynı zamanda grup davranışlarını ve toplumsal etkileşimlerini inceler

köken ve gelişimlerini takip eder ve üye bireyler üzerinde grup hareketlerinin etkisini çözümlerler. Toplumbilimciler toplumsal grupların

organizasyonların ve kurumların özellikleri; bireylerin her birinin diğerinden ve ait oldukları gruptan etkilenme yolları ve bir insanın günlük yaşamında cinsiyet

yaş veya ırk gibi toplumsal özelliklerin etkisi ile ilgilidir.Toplumbilimsel araştırmalar eğitimcilere

yasakoyuculara

yöneticilere ve toplumsal sorunları çözmek ve kamu politikaları geliştirmek isteyenlere yardımcı olur. Bir çok toplumbilimci bir veya birden fazla uzmanlık alanında çalışır: toplumsal organizasyon

toplumsal tabakalaşma

toplumsal hareketlilik; ırksal ve etnik ilişkiler;eğitim

aile; toplumsal psikoloji

şehir

kırsal

politika

ve karşılaştırmalı toplumbilim; cinsiyet rolleri ve ilişkiler; demografi; yaşlılık; suç bilimi; and toplumsal uygulamalar.
Toplumbilim büyük oranda Comte'nin toplumbilimin ergeç bilimin bütün diğer alanlarını içine alacağı inancına yaslanarak gelişse de

sonuçta

toplumbilim diğer bilimlerin yerine geçmedi.Bunun yerine

toplumbilim diğer toplumsal bilimlerle özdeşletirilme noktasına geldi. Günümüzde

çoğunlukla karşılaştırmalı bir yöntem kullanarak

insan türünün organizasyonlarını

toplumsal kurumlarını ve bunların toplumsal etkileşimlerini incelemektedir. Disiplin özellikle karmaşık sanayi toplumlarına odaklanmıştır. Toplumbilimciler son zamanlarda antropologlardan aldıkları ipuçları ile

bu alandaki "Batı Vurgusu"nu belirtmektedirler. Tepki olarak ise yeryüzündeki bir çok toplumbilim bölümü çok kültürlü ve çok uluslu çalışmaları desteklemektedir.
Günümüzde

toplumbilimciler

toplumu düzenleyen ırk veya etnisite

sosyal sınıf

cinsel rolleri ve aile gibi kurumları; suç ve boşanma gibi bu yapıların ayrılma ve bozulmasını temsil eden toplumsal işleyişleri ve benzeri kişiler arası etkileşimler gibi mikro-işleyişleri ve bireylerin toplumsallaşmaları

gibi mikro- toplumsal yapıları araştırmaktadırlar.
Toplumbilimciler sıklıkla toplumsal ilişkilerdeki kalıpları açıklamak ve toplumsal değişimi belirlemeye yardım edecek modeller geliştirmek için toplumsal araştırmanın kantitatif yöntemine dayanırlar.Toplumbiliminin belli dalları ise - odaklanarak yapılan görüşmeler

grup tartışmaları ve etnografik yöntemler gibi yöntemelerin- sosyal işleyişlerin daha iyi anlaşılmasını sağladığını düşünmektedir.Orta yolu bulmak isteyen bazı toplumbilimciler ise kantitatif ve kalitatif yaklaşımların birbirini tamamlayıcı olarak kullanılmasını tartışmaktadır. Bir yaklaşımdan elde edilen sonuçlar diğer taraftaki açıkları kapatabilir. Mesela kantitatif yöntemler büyük ve geniş kalıpları tanımlarken kalitatif yaklaşımlar bireylerin bu kalıpları nasıl anladıklarını anlamamıza yardımcı olabilir.
Toplumsal Araştırma Yöntemleri
Toplumbilimcilerin

soru formları veya toplumsal yöntemler araştırma anketi

görüşmeler

katılımcı gözlem

istatistik araştırması

değerlendirme araştırması ve test

anket vb belge tabanlı değerlendirme gibi çalışmaları içeren kuramsal olmayan bulguları bir araya getirmek için kullandığı bir çok ana yöntem vardır.
Bu yaklaşımların hepsinin sorunu bunların

araştırmacının bunların gözünde gördüğü toplumu nasıl çözümlediği ve anladığını uyarlamaya çalıştığı kuramsal konuma dayanıyor olmasıdır.Eğer Émile Durkheim gibi işlevselci ise

araştırmacı herşeyi büyük ölçekli toplumsal yapıların terimleriyle açıklaması muhtemeldir.Bir sembolik etkileşimci büyük olasılıkla insanların birbirini nasıl anladığına yoğunlaşacaktır. Bir marksist yada neo-marksist bir araştırmacı ise muhtemelen herşeyi sınıf mücadelesi ve ekonomi süzgecinden geçirecektir. Fenomenciler ise insanların gerçeğin onlara göre anlamlarını kurguladıkalrı tek bir yol ve başka hiç bir şey olmadığını düşünmeye eğilimlidirler.Gerçek sorunlardan biri ise bir çok toplumbilimcinin bir tek kurumsal yaklaşımın doğru olduğu ve bunun da kendilerinki olduğunu tartışmalarıdır. Uygulamada

toplumbilimciler sıklıkla

her yöntem özel data tipleri ürettiği için farklı yaklaşımları ve yöntemleri karıştırıp eşleştirmektedir.
İnternet üç açıdan toplumbilimcilerin ilgi alanındadır: mesela kağıt üzerindeki anketler yerine çevrimiçi anketleri kullanmak adına bir araştırma aracı olarak

bir tartışma platformu olarak ve bir araştırma konusu olarak. Internet toplumbilimi

çevrimiçi toplulukların (ör:haber grupları) çözümlemesini

sanal toplulukları ve dünyaları

internet gibi yeni medyalar ekseninde çözünen organizasyonel değişimleri ve sanayi toplumundan bilgiye dayalı topluma (veya bilgi toplumuna)doğru yaşanan dönüşümde geneldeki toplumsal değişimi içermektedir.
Diğer Toplum Bilimleri
20.yy'ın başlarında sanayi toplumu üzerinde araştırma yapan toplumbilimciler ve psikologlar antropolojinin gelişimine katkıda bulundular. Antropologlar da sanayi toplumları üzerinde araştırmalar yaptılar. Günümüzde toplum bilim ve antropoloji çalışma nesnelerinden ziyade farklı kuramsal içerik ve yöntemlere göre daha iyi bir şekilde farklılaşmışlardır.
Sosyalbiyoloji görece olarak hem toplumbiliminden hem de biyolojiden kaynaklanan yeni bir alandır. Bu alan ilk önce çok hızlı bir kabul görse de

toplumsal davranış ve yapıların evrimsel ve biyoloijik işleyişlerle açıklama yolları aramasından dolayı tepki topladı. Toplumbilimciler sıklıkla davranışı tanımlamada genlerin etkilerini çok fazla dayanak göstermeleri yönünden eleştirilmektedirler. Ne varki toplumbilimciler sıklıkla doğa ve yetiştirme arasında karışık bir ilişki olduğuna atıfta bulunarak yanıt verirler.Bu anlanmda sosyalbiyoloji fiziksel antropoloji

zooloji

evrimsel psikoloji

insan davranışsal ekoloji ve ikili kalıtım kuramı ile yakın ilişki içersindedir. Bununla birlikte

bu alanda çalışanların çoğu için

büyük oranda bu alanın düşünceleri kabul edilebilirdir

çünkü toplumsal yapılar için biyolojik temeller bulmak toplumsal yapıların nadir ve isteğe bağlı olduğunu ifade eden bir çok toplumsal kuramın önerme ve çıkarımlarına karşı gelmektedir.
Toplumbilim toplumsal psikoloji ile bazı bağlantıları vardır ancak ilki toplumsal yapılarla ilgili iken ikincisi toplumsal davranışlarla ilgilidir.
Tarih
Tarih geçmişe ilişkin

olayları yer ve zaman göstererek ve sebep-sonuç ilişkisine bağlı sistemli bilgilerdir. Araştırma alanı olarak

tarih insan kayıtlarına

yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi

geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin

tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesiyle yorumlanmasıyla oluşur.
Tarihte çalışma alanları
Tarih; toplulukların yaşayış biçimleri

savaşlar ve barışlar

sanat ve bilim alanındaki gelişmeler

din ve inanç gibi geniş bir alana sahip olması

tarihi kaynakların fazlalığı tarihçilerin belirli alanlarda çalışmalarını yoğunlaştırmalarını gerektirmiştir. H.G. Wells ile Will ve Ariel Durant gibi bazı tarihçiler genel olarak tarih çalışmaları yapsalar da

hemen hemen bütün tarihçiler belli bir konuda uzmanlaşmışlardır.
Tarih bilgilerinin sınıflandırılması
Tarihi bilgiler çok çeşitli yollarla sınıflanabilir:
* Kronolojik anlatımlar (Zaman şeritlöüŞ{{}}
Sebep-sonuç ilişkisi
Her olayın sebepleri ve sonuçları vardır ve tarihteki olaylar bir zincirin halkaları gibidir.Tarihteki bir durumun bir önceki durumun sonuçları arasında ve bir sonrakinin sebebleri arasındadır.Bu sebeple tarihçi tarihi olayları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelenmemelidir.
Zaman ve yer
Tarihi bir olayın geçtiği yeri ve zamanı göstermek

hem bilgilerin doğruluğu hem de tarihi olayın geçtiği dönemin koşullarını (iklim

yaşam koşulları vs.) göz önüne alıp

sebep-sonuç ilişkilerine varmamızı kolaylaştırması bakımından gereklidir.
Tarihi kaynaklar ve yöntem
Tarihçiler araştırmalarında çok çeşitli kaynaklar kullanırlar. Bu kaynakların önem sırasına göre belirli bir hiyerarşi içinde sınıflanması ve yorumlanması tarihçinin temel çalışma yöntemidir.
Kaynakların sınıflanması
Yazılı kaynaklar: Tarihçilerin temel kaynaklarını teşkil eder.
* Arşiv belgeleri: kamuya ya da özel kişilere ait arşivlerde bulunan belgelerdir. Arşivler resmi kayıtlar

yazışmalar gibi çok çeşitli belgeleri içerir.
* Yayınlanmış resmi belgeler: Döneme ait kanunlar

kararnameler

kararlar
* İncelenen döneme ait hatıralar

eserler

edebiyat çalışmaları
* Dönemin basın-yayın organları (gazeteler

dergiler)
Sözlü kaynaklar Tarihçi eğer kendi yaşadığı döneme ilişkin çalışma yaptığı takdirde önem kazanan kaynak türüdür. İncelenen dönem ve konuyla bağlantılı kişilerle yapılan görüşmeler yoluyla sözlü kaynaklar oluşturulur. Sözlü kaynaklar

sözlü tarih adı verilen alt disipline temel oluşturur.
Diğer kaynaklar Yazılı ve sözlü kaynakların yeterli olmadığı durumlarda (ya da bu kaynakları tamamlamak amacıyla) fotoğraflar ve günlük eşyalar (örneğin Eski Yunan toplumu için vazo motifleri) birinci elden kaynak olarak tarih çalışmalarına temel oluşturabilir.
Kaynakların kullanımı
Tarih bilimi nesnel verilere

olgulra dayanan bir bilimdir

ancak nesnelliği bütünüyle yansıtması mümkün değildir. Tarihî çalışmaların birinci elden kaynaklara

arşiv belgelerine dayalı olması bu çalışmaların inceledikleri konu üerine mutlak bilgi verdiği

son sözü söylediği anlamına gelmez. Bu durumun nedenleri kaynaklara bağlı (nesnel) ve tarihçiye bağlı nedneler olarak ikiye ayrılabilir:
1. Arşiv belgeleri her zaman güvenilir bir kaynak teşkil etmez; örneğin resmi kayıtların henüz kaleme alındıkları sırada gerçekten uzak bilgiler yansıtmaları olasıdır. Tarihçi bu olasılıkları da göz önünde bulundurarak kaynaklara karşı eleştirel bir yöntem izler.
2. Kullanılacak olan belgelerin seçimi

sunuş şekli

tarih çalışmasının amacı

tarihçinin kişisel siyasi-ideolojik tercihleri

tarihçinin eser verdiği dönemin siyasi-ideolojik koşulları gibi çeşitli nedenler

tarih yorumlarına etki eder. Dolayısıyla aynı arşiv belgelerinden yola çıkılarak farklı tarih yorumlarına ulaşılması olasıdır.
Tarih biliminin geçmişi
Herodot büstü
Tarih biliminin ilk yazılı kaynakları Sümerler daha sonra Mısır

Hitit

Çin ve Hint uygarlıklarındaki dini mitoloji içerikli de olsa bir takım bilgilere sahip olan belgelerdir.Tarih yönteminin gelişmesine

eski Yunan uygarlığı'nda yaşayan Heredot ve Thukydides büyük katkılar yapmışlar.Bu anlayış Büyük Roma İmparatorluğu döneminde Polybos tarafından devam ettirilmiştir. Ayrıca Çin’de Pan ailesi (M.S. I. yy) ile Du’yun (732-812)'da tarih bilimine önemli katkılarda bulunmuşlarıdr.
İslam'da tarih biliminde en büyük atılım Kur'an ile olmuştur.Kur'an'daki kavimler

peygamberler v.s. hakkında biligiler bulundurması ayrıca hadislerin toplanması işi tarih yazıcılığını geliştirmiştir.
Avrupa'da Reform ve Rönesans ile birlikte filozofların bilimin yöntem

amaç ve kavramlar konusundaki düşünceleri Tarih bilimini de etkilemiştir.Voltaire doğa bilimlerinde olduğu gibi tarih biliminde de yasaların olabileceğini söyler.Herder ise doğa ile tarihin birbirine bağlı olduğunu ve bu sebeple tarihin yasaları doğa yasalarıyla bir olduğunu söyler.Bunların dışında Hegel

Kant gibi büyük düşünürler tarih bilimi hakkında değişik felsefeler üretmişlerdir.
Tarih yazma çeşitleri
Thukydides büstü
Tarih yazma çeşitleri birbirinden dil özellikleri ve anlam bakımından biribirinde farklılık gösterir ve üç çeşit tarih yazsısı vardır.Bunlar:
Hikayeci yazım
İlk olarak eski Yunan'da kullanılan bir biçimdir.Halk arasında anlatılan hikayelerin

destanların ve öykülerin nesir halinde yazılmasıyla olauşan bir şekildir.Heredot da bu biçimde yazmış fakat olayları belli bir sıralama ve düzen içerisinde vererek çağdaşlarından ayrılmıştır.
Öğretici yazım
Okuyucuya tarihi olaylardan ders çıkarmak

milli ve ahlaki değerleri benimsetmek için yazılan anlatım tarzıdır.Bu tarzın önderliğini Thukydides yapmış ve tarihi

siyasi öğretimin bir parçası haline getirmiş

bu sayede tarih bilimin sosyal bilimler içinde nerede olduğunu belirlemiştir.
Bu biçimde örnek teşkil etme prensibiyle hareket ettiği için başarısızlıklar birkaç cümle ile yazılırken başarılar ve kahramanlıklar büyük yer kaplamakta ayrıca bu başarılarda belirgin şekilde ortaya çıkan kişiler kahraman olarak görülür bazen doğa üstü varlıklar olarak aks edilir.
Araştırmacı yazım
Olayların sebeplerini ve sonuçlarını derinlemesine inceleyerek

yer ve zaman bakımından dönemin toplumsal

ekonomik yapılarını

iklim ve diğer bütün şartları detaylı şekilde düşünerek

olayları sadece tek bir sebebe bağlamadan sade şekilde anlatılması tarzıdır.
Tarihin yararlandığı bilimler
1) Arkeoloji:Özellikle yazının olmadığı dönemlerdeki koşullar hakkında bilgi sağlamasıyla tarihçilerin yararlandığı bilimdir.
2) Antropoloji:Toplumların ırk yapılarını inceler.
3) İktisat:Ekonomik olayların kanunlarını ortaya koyan iktisat bilimi geçmişteki olayların iktisadi sebeplerinin anlaşılması konusunda tarihçilere ışık tutar.
4) Filololoji

il bilimidir.Eski kaynakların çevrilmesi ve incelenmesi konularında tarih bilimine yardımcı olur.
5) Nümizmatik:Eski paraları inceler.
6) Heraldik:Mühürleri inceler.
7) Felsefe:Tarihteki olaylarda dönemin felsefesini bilmek ve düşünce yapısını öğrenmek tarihçinin olayları daha derin anlayabilmesini sağlar.
8) Epigrafi:Taş ve mermer kitabelerin üstündeki yazıları inceler.
9) Kronoloji:Tarihi olayların zaman içerisindeki yerini belirleyen

sıralayan ve düzenleyen bilimdir.
10) Sosyoloji:Toplumu incelemesiyel tarihi olaylardaki toplumların özelliklerinin bilinmesi konusunda tarih bilimine yardımcı olur.
11) Etnografi:Toplumn örf

adet ve geleneklerini inceler.
12) Filoloji

il bilimidir.
13) Paleografya: Eski yazıları inceleyen bilim dalıdır.Yazılı kaynakların anlamlaştırılması bağlamında tarihçilerin faydalandığı bir bilimdir.
14) Coğrafya: Tarihçi olayları daha iyi anlamak için geçtiği yeri bilmek zorundadır.O yerin dağlarını

nehirlerini

toprak özelliklerini v.b. gibi bilgileri ona coğrafya bilimi verir.
15) Diplomatik: Resmi belgeleri inceleyen ve sınıflandırark tarihçiye yardımcı olur.
İktisat
İktisat veya ekonomi

üretim

dağıtım

ticaret

tüketim ve hizmet sektörlerini inceleyen bir bilim dalıdır. Dünyada kaynakların sınırlı

insan ihtiyaçlarının sınırsız olması yüzünden

kaynakların daha verimli bir şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. İktisat

incelediği konulara ve kapsamlara göre dallara ayrılır:
Normatif İktisat - Bir durumu hedef olarak gören

ekonomik düzenin nasıl olmasına dair fikirler üreten iktisat dalıdır. Normatif iktisat belirlenen hedefler için neler yapılması gerektiğini araştırır. Sosyal adalet

üst düzey refah için neler yapılması gerektiğini araştırır.
Pozitif İktisat - Sadece ekonomik düzeni sebep-sonuç ilişkisi içinde inceleyen

ekonomi içinde sürekli geçerli kanunları saptamaya çalışan iktisat dalıdır. "Talep artışı enflasyonu nasıl etkiler?" gibi sorulara cevap arar. "Enflasyon hangi düzeyde tutulmalı?" sorusu normatif ikstisatın inceleyeceği bir konudur.
Mikroiktisat veya Mikroekonomi - Tüketicilerin ve firmaların ekonomik davranışlarını; ihtiyaç

fayda

değer

fiyat kavramları ile araştıran iktisat dalıdır. Piyasa türlerini

piyasaların işleyiş mekanizmasını ve farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluştuğunu da araştırır. Daha basit bir ifadeyle bir şirketin veya tüketicinin kendi iş işleyişi ve dış ekonomik ilişkilerini bireysel olarak inceleyen iktisat dalıdır.
Makroiktisat veya Makroekonomi - Ülke ekonomisi ve dünya ekonomisini ilgilendiren konu başlıklarını inceleyen bir iktisat dalıdır. İstihdam

enflasyon

kamu dengesi gibi konuları inceler.
Genetik veya Kalıtım (Yunancadan genno γεννώ= doğurmak)

canlının bütün özelliklerinin eski kuşaktan yenisine nasıl geçtiğini inceleyen bilim dalıdır.
DNA 5 farklı bazdan oluşmuştur.
DNA 5 farklı bazdan oluşmuştur.
İlk olarak Gregor Mendel'in yaptığı çalışmalarla bilim dünyasında tanındığı için

Mendel "genetiğin babası" olarak da adlandırılır.
Genetik bilimi 20.yy'ın ilk yarısında bilim insanları arasında heyecan ve merak uyandırsa da asıl etkisini ikinci elli yılda DNA'nın moleküler yapısının keşfedilmesiyle göstermiştir.
Bir anda bilimcilerin göz bebeği haline gelen genetik 1980'li yıllara gelindiğinde artık gelecek yüzyılın bilimi olarak nitelendirmiştir. 1990'lı yıllara gelindiğinde yıllardır bilim insanlarının hayallerini süsleyen insan DNA dizinin haritasının çıkarılma fikri için ilk kez somut bir adım atılmıştır. Uuluslararası bir konsorsiyumun ittifakıyla İnsan Genom Projesi başlatılmıştır. Tarihin en önemli bilimsel gelişmelerinden biri olarak kabul edilen söz konusu ‘harita’ sayesinde ölümcül hastalıkları önceden teşhis ederek önleme

kişiye özel ilaç ve tedavi yöntemleri geliştirilebilme yolunda çok önemli katkılar sağlanmıştır.
Bugün

genetik bilimi sayesinde birçok hastalığın erken teşhisi mümkün olabilmekte

bunun yanında tedavi metotlarının gelişiminde oldukça faydalı olmaktadır.
Tarihte Genetik Bilimi
İnsanların gelişim süresinde

ilk olarak doğan çocuğun kime benzediği sorusu

kalıtımın ilk gözlemleridir. Çocukların akrabalarına benzemesinin bir rastlantı olmadığı çok eski zamanlardan beri bilinmiştir. Bunun için

yakın akrabalar arasındaki evlilikler yasaklanmış

evcilleştirilen hayvanların istenilen özellikteki bireyleri çiftleştirilmiştir. Eski bir Babil yazıtında beş nesillik bir at şeceresinde yele başının değişimi gösterilmiştir. Tohum seçiminde en iyi bitkiler seçilmiş

yapay olarak tozlaşmalar yapılmıştır. Mısırlılar hurma polenleri ile notlar yazmış

Çinliler pirinç ırklarının daha kaliteli olması için tozlaşmalar yapmışlardır. Bununla beraber

genetiğin bilimsel olarak açıklanması ancak

19.yy'ları bulmuştur. İlk olarak yapılan kurgular Yunan filozoflardan gelmiştir. Bugün komik olarak görülen fikirlerin

kalıtımın ilk ana fikirleri olması nedeniyle büyük önemi vardır.
Pitagor (Pytagoras)
Ana madde: Pitagor
İ.Ö.500 yıllarında yaşamış olan düşünür

çocukların babalarına benzerliklerini şöyle açıklamıştır; eşeysel çiftleşme sırasında vücudun değişik bölgelerinden süzülerek gelen ıslak buharın eşeysel organlarda yoğunlaşmasıyla tohum oluşur ve dişi eşey organlarına iletilir. Bu buhar vücudun tüm parçalarını yeniden oluşturabilir. Ana ile benzerlik

embriyonun ana vücudu içersinde gelişmesiyle anlatılmıştır.
Empedokles (Empedocles)
Ana madde: Empedokles
Pitagor ile aynı zamanlarda yaşamış

tohumun her iki atadan geldiğine inanmıştır. Çiftleşme sırasında her iki atadan da gelen sıvı

tohum şeklinde organlara toplanmakta

birleşmelerinde ise embriyoyu oluşturmaktaydı. Çocukların ana ve babalarına benzemeleri

birbirine benzemeyen kardeşlerin oluşumu ise; vücudun her parçasından gelen tohuma katkı aynı oranda olmadığından

her yeni çiftleşmede farklı çocukların oluşması sağlar

olarak açıklamıştır.
Aristo (Arisotle)
Ana madde: Aristo
İ.Ö.300 yıllarında yaşamış düşünür

birçok konuda olduğu gibi

kalıtım üzerine de fikirler ileri sürmüştür. Düşünceleri yüzyıllarca tartışılmadan kabul görmüştür. Erkek tohumunun kandan saflaştırılarak elde edildiğine

kanın her organa ulaştığı için yeniden bu organları yapabilme gücü olduğuna inanmıştır. Kadındaki tohumun aybaşlarında görülen adet kanı olduğunu düşünmüş

ama erkekteki gibi tam olarak kanın saflaşmamasından dolayı kan şeklinde geldiğini ileri sürmüştür. Aristo'ya göre; çiftleşme sırasında tohumların ikisi birleşerek embriyo haline gelip

çökelmiştir. Bu fikir 2000 yıl kadar kabul edilmiş olup

günümüzde de kullanılan asil kanlı ve bozuk kanlı deyimlerinin buradan geldiğine inanılır.
1620 yılında İngiliz araştırmacı Harvey'in yapmış bazı deneyler bu görüşün uzun yıllar sonrasında sarsılmasını sağladı. Geyikleri çiftleştirip

öldürerek rahimlerine baktığında çökelmiş bir embriyo taslağı bulunmadığını gördü

fakat

çiftleşme sırasında oluşan sürtünmeden doğan mıknatıslanmanın embriyo oluşumuna yol açtığını savundu. Mikroskobun keşfiyle bulunan eşey hücreleri ile

erkekte sperm

dişide yumurta hücresinin bulunduğu anlaşıldı. Böylece eşey hücrelerinin birleşmesiyle meydana gelen hücreden yeni bir yaşamın doğduğu anlaşılmış oldu.
Pangenezis ve Germ-Plazma kuramları
Pangenezis
Çoğu insan

bulunan eşey hücrelerine rağmen

hala vücut parçalarının kalıtıma etki ettiğine inanılmaktaydı. Lamarck da bu görüşü desteklemiş

kazanılmış özelliklerin aktarıldığı yönünde fikirler ileri sürmüştür. Bununla beraber Darwin de ilk zamanlarında bu görüşü desteklemiş ve pangenezis denilen kuramı ileri sürmüştür. Pangenezisde her vücut hücresinin kana küçük bir gemmula ya da pangenezis denilen yapılar verdiği

bunların üreme hücrelerinde toplandığı yönündeydi. Bazı ilkel canlılarda görülen kuyruk kopması vs. gibi olaylarda gemmulaların buralarda toplanarak onarım yaptığını

bazı çocukların büyük aile bireylerine benzemelerinde gemmulaların bazen embriyo oluşumunda görev almadan doğrudan eşey hücresine geçerek bir sonraki dölde etkisini göstermesine bağlamıştır.
Germ-Plazma kuramı
19.yy'ın sonlarına doğru Weismann

pangenez kuramı üzerine bazı çalışmalar yaparak

birhücrelilerde protoplazmanın sürekli olmasına değinmiştir. Birhücreliler bölündüklerinde oluşan yavrularda anadakinin aynı protoplazma bulunur. Buna göre

çokhücrelilerde de böyle bir sürekliliğin olabileceğini düşünerek

Germ-Plazma kuramını ortaya atmıştır. Buna göre

yüksek canlılar

vücudu meydana getiren Somatoplazma kısmıyla

üreme hücrelerini oluşturan Germ Plazma'dan oluşmuştur. Germ plazma embriyonik evrelerde diğer dokulardan oluşmuş

fakat somatoplazma ile alakası olmamıştır görüşünü kabul etmiştir. Germ plazma

sperm ve yumurta olarak embriyoyu yapar

bazı hücreler embriyoda germ plazmayı oluşturup

değişmeden kalırken

diğer hücreler somatoplazma olarak farklılaşır. Farelerin nesiller boyunca kuyruklarını keserek

23. yavrunun da kuyruklu doğmasıyla kazanılmış özelliklerin kalıtılmadığı yönünde bulgular elde etmiş

böylece bu kuram geçerliliğini kaybetmiştir.
İnsan kromozomları
İnsan kromozomları
H
ugo De Vries'in mutasyon kuramı
Hugo De Vries

Darwin'in kuramlarını benimsemiş

fakat pargenezisi kabul etmemiş

türler arasındaki büyük va görüşünü kabul ettirmiştir.
Mendel ve ilk genetik deneyi
Ana madde: Mendel genetiği
Avusturyalı botanikçi ve papaz Gregor Mendel

günümüzün popüler bilimi olan genetik biliminin

babası olarak kabul edilir. 1856 yılından itibaren çeşitli bezelye (Pisum sativum) varyetelerine ait tohumları toplamaya ve onları manastır bahçesinde yetiştirerek aralarındaki farkları incelemeye başlamıştır. 10 yıllık çalışmasının önemli bulgularını Versuche Über Pflanzenhybriden (Bitki melezleri ile çalışmalar) adlı ünlü inceleme yazısıyla yayımlamıştır.
O tarihlerde DNA

kromozom

mayoz bölünme gibi kavramlar henüz gün ışığına çıkmadığı halde Mendel’in sadece Fenotipik (gözlenebilen) karakter ayrılıklarına göre değerlendirmeleri

son derece doğru biçimdedir.
Mendel'in çalışmaları ve keşifleri yaşadığı dönem içinde hiçbir ilgi uyandırmamış ve kimse önemini fark etmemiştir. Ölümünden onaltı yıl sonra Hollanda’da Hugo De Vries

Almanya’da Correns ve Avusturya’da E. Von Tschermak adlı üç biyolog

çeşitli bitki türlerinde

birbirlerinden habersiz yaptıkları araştırmalarda

Mendel yasalarının geçerliliğini gösterdiler. Mendel yasaları adı altında tüm sonuçları toparladılar.
Tıp
Tıp

sağlık bilimleri dalı. İnsan sağlığının sürdürülmesi ya da bozulan sağlığın yeniden düzeltilmesi için uğraşan

hastalıklara tanı koyma

hastalıkları sağaltma (tedavi etme)

ve hastalık ve yaralanmalardan korumaya yönelik çalışmalarda bulunan birçok alt bilim dalından oluşan bilimsel disiplinlerin şemsiye adıdır. Hem bir bilgi alanı – vücut sistemlerinin ve bunların hastalıklarının ve tedavilerinin bilimi – hem de bu bilginin uygulandığı meslektir.
Tıp için kullanılan bir başka kelime de

bugün eskimiş olan

tababettir. Merriam-Webster tıbbı şöyle tanımlamıştır: “sağlığın korunması ve hastalığın giderilmesi

yatıştırılması veya önlenmesi ile ilgilenen bilim ve sanat (dalı)”(Merriam-Webster).
Genel olarak “tıp”
Çağdaş (biyo)tıpta

tıbbi bakım

tıbbi profesyoneller (hekimler) ve diğer profesyoneller

örneğin hekim asistanları

hemşireler ve eczacılar

sayesinde gerçekleşir. Tarihi olarak

sadece tıp doktorasına sahip olan kişilerin tıbbı uyguladığı düşünülmüştür.
Tıp birçok alt dala sahip olduğu gibi

örneğin kardiyoloji veya nöroloji

farklı alanları da beraberinde bulundurur

örneğin kamu sağlığı.
Tıp sözcüğü aynı zamanda veterinerlik için de kullanılır

zaman zaman bu dala veteriner tıp dendiği de olur. Veterinerlik insanlar dışındaki hayvan türlerinin sağlığıyla ilgilenen bilim dalıdır.
Tıp sistemleri
Tarih boyunca dünyanın farklı yerlerinde farklı tıbbi sistemler ortaya atılmıştır. Bugün çağdaş biyotıp büyük oranda dünyanın her yerinde etkin olan sistem olarak gözükse de

sosyal bilimciler tıbbi bir çoğulluk ve çoğulculuktan (tıbbî pluralizm – medical pluralism) söz etmektedir. Çok eski kökene sahip Ayurvedik tıp

Geleneksel Çin tıbbı ve benzeri kompleks tıbbi sistemlerin yanı sıra

kabilelerde rastlanan daha basit tıbbi sistemler de bugün varlığını

biyotıpla birlikte

sürdürmektedir. Tıp sistemleri açısından çağdaş biyotıp gerek karakteristikleri gerek gösterdiği yayılım sebebiyle önemlidir. Zaman zaman Batı kaynaklı olduğu için bu tıbbi sistem ve geleneğe “Batı tıbbı” (Western medicine) dendiği de olmuşsa

özellikle sosyal bilimciler tarafından

bu terimin yerine “biyotıp” teriminin kullanılması tercih edilir. Bazen bu tıbbi gelenek için “bilimsel tıp” ve “Hippokratik tıp” deyimlerinin de kullanıldığı olur. Batı ülkelerinde de

çağdaş zamanda varlığını sürdüren

farklı kaynaklara sahip

çeşitli tıbbi gelenekler de vardır

örneğin naturapatik tıp gibi. Bununla birlikte Batı’da modern çağda tekrar varlığını hissettiren bu gibi geleneklerin birçoğunun bilimsel bir arka planı yoktur ve resmi anlamda durumları biyotıp kadar kesinleşmiş değildir.
Tıp sistemlerine ve bu sistemlerin karakteristiklerine dair özellikle tıp bilimine dair sosyal çalışmalarda ve sosyal-tıp disiplinlerinde (örneğin

tıbbî antropoloji veya tıbbî sosyoloji gibi) yer verilir. Bu çalışmalar tıp sistemlerinin karakteristiklerinin yanı sıra tıp sistemlerine genel bir bakış ve sınıflandırma amacı da güder. Örneğin

ünlü tıbbi antropolog Allan Young tıp sistemlerini “içleyici tıp sistemleri” (yani içeriye dönük) ve “dışlayıcı tıp sistemleri” (yani dışa dönük) olarak ikiye ayırmış

içleyici tıp sistemleri hastalık karşısında vücudun içine dönen ve ilgisini buraya yönlendiren

dışlayıcı tıp sistemlerini ise hastalık karşısından vücudun dışına dönen ve vücut-dışındaki çevreye ilgisini yönlendiren tıp sistemleri olarak tanımlamıştır(Young). İçleyici tıp sistemlerinin genellikle daha kompleks sosyal ve politik arka plana sahip topluluklarda zamanla ortaya çıktığını

ana ilgisinin fizyolojik olduğunu belirtir. Buna göre ayurvedik tıp veya çağdaş biyotıp içleyici tıp sistemlerine örnek olarak verilebilir. Young’ın çalışmasına göre dışlayıcı tıp sistemlerine

nispeten daha basit bir sosyal ve politik arka plana sahip topluluklarda rastlanır

ana ilgisi fizyolojik değil

etyolojiktir. Bu sistemlere Gnau topluluğunun geleneksel tıp sistemi örnek olarak verilebilir.
Tıp tarihi
Ana madde: Tıp tarihi
Birçok kültürde tıbbın ilk hali bitkilerin (Herbalizm) ve hayvani bazı unsurların şifa amaçlı kullanılmasına dayanmıştır. Bu işlemler ve kavramlar genellikle

çeşitlilik gösteren farklı temellerde

‘büyü’ ile ilişkilendirilmişti. Cansız nesnelerin de ruhları olduğuna inanılan animizm

ruh kavramına odaklanan ve tanrı veya ata ruhları gibi kavramlara dayanan spiritüliast (ruhçu) yaklaşımlar

belirli bireylerin değişik mistik güçlerle donanarak şifacı rolünü üstlendiği şamanizm gibi gelenekler bu tip ilişkilerin en sık rastlanan örneklerindendir. Bununla birlikte bu tip gelenekler ayrı ayrı değil

bir bütün halinde

ve sırf tıbbî bir anlamda değil

tıbbı da içine alan çok geniş bir inanç-kültür-gelenek bağlamında topluluklarda yer alabilmekteydi.
Her ne kadar ter toplumda tıp veya tıbbî gelenekler ortaya çıkmış olsa da

sistematik bir biçimde gelişim gösteren ve bir ‘meslek’ olmaya doğru gelişen tıp Mısır

Hindistan

Çin

Yunanistan ve İran başta olmak üzere farklı bölgelerde ortaya çıkmıştır. Tıbba bakış

tıbbın uygulanışı ve tıbbın üzerine oturtulduğu kavramsal yapı her bölgede yoğun farklılıklar göstermektedir. Bazı bölgelerde binlerce yıldır uygulanan tıp sistemleri bugün hâlâ biyotıbbın yanında kendine yer edinmektedir. Bugünün en yaygın tıbbî sistemi olan modern (biyo)tıp büyük oranda 18. yüzyılın sonlarında Avrupa bazlı olarak gelişmiştir. 1900’lerin başında kliniksel tıbbın gelişiminin odağını oluşturan ülkeler İngiltere ve ABD olmuştur.
Yakın zamanda ikinci bir değişim ve gelişim evresinden geçen modern tıp

bugün sıklıkla kanıt-bazlı tıp (evidence-based medicine) olarak anılan akımla birlikte bilimsel metodu ve küresel bilgi bilimini kullanarak belirli bir konu hakkındaki tüm kanıtı toparlayıp bundan standart protokollerin geliştirilmesi önem kazanmıştır. Bu bağlamda özelikle meta-analiz (meta-analysis) ve rasgele kontrollü deneyler (random controlled trial) önemlidir. Bununla birlikte

kanıt-bazlı tıbba da eleştiriler gelmiş özellikle kullandığı metotların çeşitli sınırlamaları ve olası kavramsal hataları öne sürülmüştür; örneğin bir meta-analizde sadece yayımlanmış makalelerin ‘kanıt’ olarak masaya yatırılacağı böylece negatif sonuçlar elde edilmiş

yani başarısızlığa uğramış

fakat doğru bir sonuca ulaşabilmek için önem taşıyabilecek yayımlanmamış makalelerin ‘kanıt’ içerisinde yer almamasının yaratacağı sistematik hatalar gibi.
Genetik ve moleküler biyolojideki gelişmeler sosyal açıdan tıpta farklı bir bakış açısının ve farklı akımların oluşmasını sağlarken

meslekî olarak da tıpta farklı etkileşimlere yol açmıştır.
Nükleer teknoloji
Nükleer enerji

atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Kütlenin enerjiye dönüşümünü ifade eden

Albert Einstein' a ait olan E = mc2 ( E:Enerji

m:kütle

c:Işığın hız sabiti) formülü ile ilişkilidir. (Atom kütlesinin enerjiye dönüşümü)
Bununla beraber

kütle - enerji denklemi

reaksiyonun nasıl meydana geldiğini açıklamaz

bunu daha doğru olarak nükleer kuvvetler yapar. Nükleer enerjiyi zorlanmış olarak ortaya çıkarmak ve diğer enerji tiplerine dönüştürmek için nükleer reaktörler kullanılır.
Nükleer enerji

üç nükleer reaksiyondan biri ile oluşur:
1. Füzyon: Atomik parçacıkların birleşme reaksiyonu.
2. Fisyon: Atom çekirdeğinin zorlanmış olarak parçalanması.
3. Yarılanma: Çekirdeğin parçalanarak daha kararlı hale geçmesi. Doğal (yavaş) fisyon (çekirdek parçalanması) olarak da tanımlanabilir.
Nükleer enerji

1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından kazara (uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile yanyana durması ve karanlıkta yayılan X-Ray ışınlarının farkedilmesi ile) keşfedilmiştir.
Uluslararası çevre örgütü Greenpeace'in kurucularından Patrick Moore'a göre

nükleer enerji karbon dioksit üretmediği için kömür yakan termik enerjiye göre daha çevreci bir alternatiftir